Bizim tarifimiz öncesinde, eMReX tarafından hazırlanmış Blog Oluşturma Kılavuzu'na da Bakabilirsiniz.
www.blogger.com adresi bir işlem panosu olarak düzenlenmiştir. Aynı sayfa, şifre girilmediğinde başka, şifre girilince de kullanıcının sahip olduğu Blog'lara uygun şekilde görüntülenmektedir.
Sayfanın sağ üstünde şifre giriş ekranı bulunmaktadır. İlk kez kullanacaksanız, sayfanın ortalarındaki turuncu renkli, üzerinde "Create Your Blog Now" yazan ok işaretine tıklayınız. Karşınıza hesap oluşturma sayfası gelecektir, bu sayfadaki kutulara, nickname'inizi, iki kere şifrenizi, gerçek isminizi ve e-mail adresinizi yazarak "Continue" yazısına tıklayınız. Bu şekilde kayıt işlemini tamamlamış oluyorsunuz. Bundan sonra bu sayfa bir kullanıcıya yönelik olarak görüntülenecektir. Aynı sayfada her an için, "Create a Blog" tuşuna tıklayarak yeni bir Blog oluşturabilirsiniz, sayfanın üzerinde de oluşturmuş olduğunuz ve üyesi bulunduğunuz tüm Bloglar listelenecektir. Her Blog'un yanındaki "+" işaretine tıklayarak o Blog'a yeni bir yazı ekleyebilir, vida resmine tıklayarak da o Blog'un ayarlarını değiştirebilirsiniz.
Bir Blog'u oluşturduğunuzda ilk önce dilini Türkçe'ye çevirmelisiniz, yoksa yazacağınız yazılar yanlış harflerle görüntülenecektir. Bizim önerdiğimiz başlangıç ayarları şu şekildedir;
Bir Blog üzerinde işlem yaparken sayfanın üzerinde 4 adet sekme bulunmaktadır. Posting, yazı ekleme ve değiştirme içindir, 3 tane de sekme tabı bulunmaktadır. Settings ana sekmesi ayarlar içindir, 8 tane alt sekmesi bulunmaktadır. Her sekme için önerdiğimiz ayarlar şu şekildedir:
Basic sekmesinde üstteki kutuya Blog'un başlığı, ortadakine açıklamasını yazınız, alttakini de Yes konumuna getiriniz. Publishing sekmesinde üstteki kutuya, Blog'unuzun yayınlanmasını istediğiniz adresi yazınız, alttaki kutudan da Yes seçeneğini seçiniz. Formatting bölümünde bizim önerimiz, üstteki seçenekte ilk kutuya 100 yazıp, yandaki seçimden "posts" seçeneğini seçmeniz. Timestamp Format'taki basit saat seçeneklerinden yanında AM/PM olmayanını seçebilirsiniz. Time Zone seçeneğini uzunca aşağı kaydırıp GMT 2 Europe/Istanbul seçeneğini seçiniz. Date Language seçeneğini Turkish (Turkey) olarak, Encoding seçeneğini Turkish (Windows-1254) olarak seçiniz. Diğer ayarları olduğu gibi bırakıp, save Setting tuşuna basınız. Comment sekmesine geçerek üstteki kutudan Show seçeneğini seçip kaydediniz, aynı sayfadan tekrar ortadaki seçenekten Anyone seçeneğini seçiniz ve alttaki kutuya e-mail adresinizi yazınız. Archiving sekmesinde, üstten No Archive, alttan da Yes seçeneğini seçiniz, yazılarınız çoğaldığında bu üstteki seçeneği Monthly konumuna getirmeniz daha uygun olacaktır. Site Feed bölümünde Üstten Yes, ortadakinden de Full seçeneğinin seçili olması daha uygundur. EMail sekmesinde üstteki kutuya e-mail adresinizi yazarsanız eklenen yazılar bu e-mail adresine de gönderilecektir. Members sekmesi, arkadaşlarınızı yazar olmaya davet etmek içindir. Ana sekmelerden Template sekmesi ve buradaki Pick New alt sekmesi ile farklı bir şablon seçebilirsiniz.
İşlemler basit ve anlaşılır olduğu için daha fazla anlatmaya gerek duymuyoruz.
14 Ekim 2004 Perşembe
13 Ekim 2004 Çarşamba
Ders 1 Tartışılan Konular: Görüş Ekleyebilirsiniz.
İlk Dersimizde Tartışmaya Açılan Konular Şunlar Olmuştur.
1.Enformasyon ile Bilgi ARasında Fark Var mıdır?
2.Enformasyon Herkese Açık Olmalı mıdır?
3. Bilinen ve İnanılan şeylerin toplumsal ortamca belirlenmesi
4. Marjinallik ve Yaratıcılık İlişkisi
5. Bilgi Sürecinde Kadınınn Rolü
6. Yeni Bilgi önceki Bilgiyi gereksiz kılarmı?
7.Teorik ve Pratik Bilginim önemi ve İşbirliği
8. Ortaçağ'da Avrupa, Osmanlı ve Çinde Bilgi ve Bilgiyi sağlayan, üreten kuruluşlar
9. Kentlerin Bilgi Üretimindeki Rolü:Bilgi Başkentleri
10ç. Bilim ve İktidar Çekişmesi ve İşbirliği
1.Enformasyon ile Bilgi ARasında Fark Var mıdır?
2.Enformasyon Herkese Açık Olmalı mıdır?
3. Bilinen ve İnanılan şeylerin toplumsal ortamca belirlenmesi
4. Marjinallik ve Yaratıcılık İlişkisi
5. Bilgi Sürecinde Kadınınn Rolü
6. Yeni Bilgi önceki Bilgiyi gereksiz kılarmı?
7.Teorik ve Pratik Bilginim önemi ve İşbirliği
8. Ortaçağ'da Avrupa, Osmanlı ve Çinde Bilgi ve Bilgiyi sağlayan, üreten kuruluşlar
9. Kentlerin Bilgi Üretimindeki Rolü:Bilgi Başkentleri
10ç. Bilim ve İktidar Çekişmesi ve İşbirliği
Siteniz RSS Uyumlu ise Bu Butonları Yerleştiriniz
RSS uyumlu site sahiplerinden, sitelerinin uygun bir bölümüne yukarıdaki şekildeki butonları yerleştirmelerini istiyoruz. Yukarıdaki formun adres satırına sitenizin RSS / XML kaynak adresini girip, Kodu Özelleştir butonuna bastığınızda bu butonlar için gerekli kodlar sizin sitenize uygun olarak oluşturulur.
RSS tekniği yeni bir teknik olduğu için kullanıcılar bundan nasıl yararlanacaklarını tam olarak bilememektedir. Bu butonları yerleştirmeniz kullanıcıların sizin sitenize üye olması ve RSS dünyasına giriş yapmasına yardımcı olacaktır.
Birinci buton sitenizi, My Yahoo! servisine, ikinci buton Bloglines servisine eklemek içindir. Üçüncü buton destek sitemizin adresi, Dördüncü butonun sol yarısı derlediğimiz Haber, Blog ve Makale türündeki kaynakları, sağ yarısı Yahoo Haberleşme Grupları'nı Bloglines üzerinden okuyabilmeyi sağlayan servisin adresidir. Beşinci buton, sitenizin Syndic8 üzerindeki kayıtlı istatistiki bilgilerini gösterir, Altıncı buton ile ziyaretçi sitenizin kaynak adresini kopyalayıp masaüstü programlarına ekleyebilir.
12 Ekim 2004 Salı
Bloglines Üzerindeki Temel İşlemler
Bloglines üzerinden öncelikle, bizim derlemiş olduğumuz 500'ün üzerindeki Türkçe Haber ve Makale Kaynaklarını, www.bloglines.com/public/turkce adresinden okuyabilirsiniz. Bu adresin bağlantısı destek sitemizin sol üzerindeki ilk sırada bulunmaktadır. Bu adres esasında bizim turkce nickname'iyle oluşturduğumuz kullanıcının kendisi için derlediği kaynakları paylaştığı bir adrestir. www.bloglines.com/public/gruplar adresinden de, bizim derlediğimiz 1650 adet haberleşme grubuna erişebilirsiniz. Haberleşme gruplarını ayrı şekilde derlememizin sebebi, Haber ve Makalelerin, bu kadar çok kaynağın arasında önemini kaybetmesini engellenemektir.
Bloglines'ın özelliklerinden tam olarak yararlanabilmek için, My Blogs yazısına tıklayıp, kayıt ve şifre giriş işlemlerini yaparak kendi ilgi alanınıza uygun kaynakları derlemelisiniz. Kaynakları derlemenin bir kaç yolu bulunmaktadır - "Subscribe" kelimesi bir kaynağa abone olmak, o kaynağı özelleştirilmiş servisinize eklemeniz anlamındadır. 1. yöntem olarak Bloglines'ın arama kutusu üzerinde Türkçe anahtar kelimelerle aramalar yapabilirsiniz (aynı arama kutusunun eşdeğeri destek sitemizin sol üzerinde de bulunmaktadır), görüntülenen sonuçlardaki kaynakların başlıklarının yanlarında "Subscribe" kelimeleri bulunmaktadır, bu yazılara tıklayarak ilginizi çeken kaynaklara üye olabilirsiniz. 2. yöntem olarak, destek sitemizin sağ sütununda kaynaklar listelenmektedir, her kaynağın solunda küçük mavi bir "B" harfi vardır, bu "B" harfi, o kaynağa Bloglines ile üye olmak anlamındadır. 3. olarak, RSS kaynaklarının çok sayıdakine birden üye olabilmek için, OPML dosyası yükleme seçeneğini kullanabilirsiniz, Bloglines sayfalarında bulunan Import OPML komutu bunun içindir, kaynak listemizde genellikle başlıkların yanlarında mavi renkli OPML butonları bulunmaktadır, ilgilendiğiniz konunun kaynaklarını toplu halde gösteren OPML dosyasını, önce sağ tıklayıp "Hedefi Farklı Kaydet" komutunu vererek masaüstünüze kaydediniz ve yükleme işleminde bu dosyayı seçip gönderiniz, ilgili kaynaklar kişisel servisinize eklenmiş olacaktır.
Bloglines kaynaklarınızı klasörlere ayırabilir, sıralarını değiştirebilir ve istemediğiniz kaynakları kaldırabilirsiniz, bu işlemler için sol bölümün üzerinde yer alan Edit-Düzenle ve Sort-Sırala komutlarını kullanabilirsiniz. Klasörlerin isimlerini değiştirme, bir kaynağı bir klasörden başkasına taşıma, kaldırma, kaynakların ve klasörlerin sıralarını değiştirme işlemleri yapılabilmektedir.
Kaynaklarınızı okuma sırasında, isterseniz önce klasörlerin yanlarındaki "+" işaretlerine tıklayarak o klasörü açıp, içindeki bir kaynağı seçerek okuyabilirsiniz. Ya da bir klasörü açmadan kendi üzerine tıklarsanız, sağ bölümde o klasörün içerisindeki tüm kaynaklar uzun bir sayfada sırayla listelenir, kaynakların başlıkları kalın mavi bir bantın içinde belirtilir, altlarında da içerdikleri makalelerin başlık ve özetleri veya tam metinleri listelenir.
Bloglines'daki kişisel alanınızda kaynakların yanlarında, sayılar belirtilir ve bazı kaynaklar koyu renkle yazılır. Bu şekilde belirtilen sayılar, o kaynağa sizin son okuyuşunuzdan beri kaç adet yazı eklendiğini göstermektedir. Bir kaynağı bir kez açtığınızda o kaynaktaki yazılar okunmul olarak işaretlenir ve aynı kaynağı bir sonraki açışınızda bu makaleler ilk olarak görüntülenmez, görüntülenmesini sağlamak için sayfanın en altında bir zaman seçeneği bulunmaktadır, bu zaman seçeneğini "All Items" olarak değiştirip butoına bastıktan sonra tüm yazılar da görüntülenecektir. Bu rakamlar ve okundu olarak işaretleme işlemi sadece, kendi şifrenizle eriştiğiniz alanda geçerlidir. En üstte belirttiğimiz, bizim derlediğimiz kaynakları Public/Paylaşımlı olarak okurken bu sayılar belirtilmez ve işaretleme yapılmaz.
Kendi derlediğiniz kaynakları diğer kullanıcılarla paylaşmanız, RSS tekniğinin yaygınlaşmasına katkıda bulunacaktır. Bu ayarı değiştirmek için şifrenizi girdikten sonra kişisel ayarlarınız bölümündeki Share Your Feeds seçeneğini Yes konumuna getiriniz. Bundan sonra sizin kaynaklarınızı destek sitemizin sol bölümündeki Paylaşımlı Bloglines Kullanıcıları bölümümüze ekleyebilmemiz için, rssblog isimli Haberleşme Grubumuza bir mesaj gönderiniz.
Bloglines'ın özelliklerinden tam olarak yararlanabilmek için, My Blogs yazısına tıklayıp, kayıt ve şifre giriş işlemlerini yaparak kendi ilgi alanınıza uygun kaynakları derlemelisiniz. Kaynakları derlemenin bir kaç yolu bulunmaktadır - "Subscribe" kelimesi bir kaynağa abone olmak, o kaynağı özelleştirilmiş servisinize eklemeniz anlamındadır. 1. yöntem olarak Bloglines'ın arama kutusu üzerinde Türkçe anahtar kelimelerle aramalar yapabilirsiniz (aynı arama kutusunun eşdeğeri destek sitemizin sol üzerinde de bulunmaktadır), görüntülenen sonuçlardaki kaynakların başlıklarının yanlarında "Subscribe" kelimeleri bulunmaktadır, bu yazılara tıklayarak ilginizi çeken kaynaklara üye olabilirsiniz. 2. yöntem olarak, destek sitemizin sağ sütununda kaynaklar listelenmektedir, her kaynağın solunda küçük mavi bir "B" harfi vardır, bu "B" harfi, o kaynağa Bloglines ile üye olmak anlamındadır. 3. olarak, RSS kaynaklarının çok sayıdakine birden üye olabilmek için, OPML dosyası yükleme seçeneğini kullanabilirsiniz, Bloglines sayfalarında bulunan Import OPML komutu bunun içindir, kaynak listemizde genellikle başlıkların yanlarında mavi renkli OPML butonları bulunmaktadır, ilgilendiğiniz konunun kaynaklarını toplu halde gösteren OPML dosyasını, önce sağ tıklayıp "Hedefi Farklı Kaydet" komutunu vererek masaüstünüze kaydediniz ve yükleme işleminde bu dosyayı seçip gönderiniz, ilgili kaynaklar kişisel servisinize eklenmiş olacaktır.
Bloglines kaynaklarınızı klasörlere ayırabilir, sıralarını değiştirebilir ve istemediğiniz kaynakları kaldırabilirsiniz, bu işlemler için sol bölümün üzerinde yer alan Edit-Düzenle ve Sort-Sırala komutlarını kullanabilirsiniz. Klasörlerin isimlerini değiştirme, bir kaynağı bir klasörden başkasına taşıma, kaldırma, kaynakların ve klasörlerin sıralarını değiştirme işlemleri yapılabilmektedir.
Kaynaklarınızı okuma sırasında, isterseniz önce klasörlerin yanlarındaki "+" işaretlerine tıklayarak o klasörü açıp, içindeki bir kaynağı seçerek okuyabilirsiniz. Ya da bir klasörü açmadan kendi üzerine tıklarsanız, sağ bölümde o klasörün içerisindeki tüm kaynaklar uzun bir sayfada sırayla listelenir, kaynakların başlıkları kalın mavi bir bantın içinde belirtilir, altlarında da içerdikleri makalelerin başlık ve özetleri veya tam metinleri listelenir.
Bloglines'daki kişisel alanınızda kaynakların yanlarında, sayılar belirtilir ve bazı kaynaklar koyu renkle yazılır. Bu şekilde belirtilen sayılar, o kaynağa sizin son okuyuşunuzdan beri kaç adet yazı eklendiğini göstermektedir. Bir kaynağı bir kez açtığınızda o kaynaktaki yazılar okunmul olarak işaretlenir ve aynı kaynağı bir sonraki açışınızda bu makaleler ilk olarak görüntülenmez, görüntülenmesini sağlamak için sayfanın en altında bir zaman seçeneği bulunmaktadır, bu zaman seçeneğini "All Items" olarak değiştirip butoına bastıktan sonra tüm yazılar da görüntülenecektir. Bu rakamlar ve okundu olarak işaretleme işlemi sadece, kendi şifrenizle eriştiğiniz alanda geçerlidir. En üstte belirttiğimiz, bizim derlediğimiz kaynakları Public/Paylaşımlı olarak okurken bu sayılar belirtilmez ve işaretleme yapılmaz.
Kendi derlediğiniz kaynakları diğer kullanıcılarla paylaşmanız, RSS tekniğinin yaygınlaşmasına katkıda bulunacaktır. Bu ayarı değiştirmek için şifrenizi girdikten sonra kişisel ayarlarınız bölümündeki Share Your Feeds seçeneğini Yes konumuna getiriniz. Bundan sonra sizin kaynaklarınızı destek sitemizin sol bölümündeki Paylaşımlı Bloglines Kullanıcıları bölümümüze ekleyebilmemiz için, rssblog isimli Haberleşme Grubumuza bir mesaj gönderiniz.
11 Ekim 2004 Pazartesi
Okuma Parçası 4: Bilgi Sosyolojisi
BİLGİ SOSYOLOJİSİ
1. Konusu ve Kapsamı
Bilimlerin ortak özelliklerinin yanı sıra farklılıkları, sosyal realitenin değişik perspektiflerle ele alınmasından doğmuştur. Yeni yaklaşımlar ve bakış açıları, bu branşların konularına ve kapsamlarına sürekli eklenmekte ve geliştirilmektedir. Genel hususiyetlerinin yanı sıra, bir disiplinin konu ve sahasını, ona ait strateji ve genel teoriler çerçevesinde değişkenler kullanılarak ele alınabilecek tüm konular oluşturmaktadır. Buna göre bilgi sosyolojisinin konusunu toplum ve bilgi ilişkisi, değişkenlerini ise bu karşılıklı etkileşim sürecinde mevcut olan her türlü faktör oluşturmaktadır.
Bu bakımdan bilgi sosyolojisinin[1] konusunu toplum ile bilgi arasındaki ilişkinin tezahürleri olarak genellemek mümkündür. Bilgi olarak toplumda mevcut olan her şey sosyolojik inceleme için meşru bir konu olarak kabul edilmektedir.[2] Bilgi terimi çok geniş anlamda ele alınmaktadır; çünkü bu alandaki çalışmalar entelektüel hayatta adaletten sanata kadar her konu ile ilgili fikirler, ideolojiler, inançlar, felsefe, bilim, teknoloji, ve düşünce sistemleri gibi mevcut tüm kültürel ürünlerle meşgul olur.[3] Branşın ilk ihdas edildiği yıllarda kapsam, genel olarak Mannheim tarafından şöyle ifade edilmektedir: "Çalışmamızın ana teması, belirli bir tarihî andaki entelektüel hayatın, mevcut sosyal ve siyasi güçlerle nasıl ve hangi formlarda ilişkili olduğunu müşahede etmektir" .[4]
Düşünce sistemlerinde taşınıyor olan doğruları ve yanlışları aramak bilgi sosyolojisinin bir görevidir. Bu amaç için fikirlerin içinde yeşerdikleri sosyal şartların çerçevesi içinde ve dışında nasıl anlamlandıklarını incelemek gerekir.[5] Günümüzde bilgi sosyolojisi, özellikle bilim sosyolojisi ve günlük bilginin sosyal yapılanması konularında araştırmalarını yapıyor.[6]
Bilgi sosyolojisi genel olarak bilgi ile toplumda mevcut diğer faktörler arasındaki ilişkiyi inceleyerek sosyal realitenin belirlenmesini sağlar. Sosyal realitenin belirlenmesi için bilgi ile toplumdaki diğer faktörler arasındaki ilişkinin de incelenmesi gerekir. Bu bakımdan bilgi sosyolojisinin konuları bir yönden, sosyal yapıların ve sosyal süreçlerin birbiriyle olan fonksiyonel ilişkisinin analizi, diğer yönden bilgi şekilleri de dahil entelektüel hayatın örnekleridir.[7] Toplumda hangi sosyal realiteler mevcuttur, bunlar ne şekillerde ortaya çıkmaktadırlar, fikirler, felsefeler, ve diğer faktörler belli bir sosyal realiteyi nasıl oluşturmaktadır? Bütün bu yaklaşımlarla elde edilen sorular ve cevapları bu dalın konusunu ve alanını oluşturmaktadır. Daha belirgin bir tarif yapmak alandaki mevcut tüm konuları ve yaklaşımları kapsayabilmek açısından oldukça zordur. Bununla birlikte Gurvithc tarafından aşağıdaki tarif yapılmaktadır.
Bilgi sosyolojisi, "... sosyal çevredeki farklı tipler, bu tiplerin farklı olarak vurgulanan formları, bilginin farklı sistemleri (bu tiplerin hiyerarşileri), ve öte yandan global toplumlar, sosyal sınıflar, belirli guruplaşmalar ve toplumsallaşmanın çeşitli tezahürleri (mikro-sosyal elementler) arasında kurulan fonksiyonel ilişkilerin incelenmesidir."[8]
Gurvithc, sosyal çevrede bilginin hiyerarşik bir tasnifini yaparak aralarındaki ilişkinin incelenmesinin bilgi sosyolojisinin konusunu teşkil ettiğini belirtmektedir. Sosyal çevre, kısmî, özellikle global sosyal yapılar bu araştırmaların nüvesini teşkil etmektedir. Bu amaca göre bilgi sosyolojisi şu detayları incelemelidir:
a) Bilgi tipleri arasındaki çeşitli hiyerarşileri incelemek (sosyal kontrol, kültürel ürünler, sosyal uygulamalar vs..);
b) Değişik tür toplumlardaki bilgi ve ajanlarının rolleri;
c) Deyimlerin, iletişimlerin ve bilginin yayılmasının değişik türlerini incelemek;
d) Bilginin çeşitli tiplerinin toplumlara (global toplum tiplerine, sınıflara, kısmî guruplaşmalara) göre eğilimlerini (farklılaşma veya bütünleşme yönünde) tespit etmek; bu, genetik bilgi sosyolojisinin başlangıcı olabilir;
e) Sosyal çevre ve bilgi arasında, birbirleriyle olan ilişkileri esnasında görülebilecek ayrışmaları tespit etmek.Sosyal çevre ve bilgi arasında, birbirleriyle olan ilişkileri esnasında görülebilecek ayrışmaları tespit etmek.[9]
Bilgi sosyolojisinin konusu hakkında daha uygun bir açıklama, bu konuda yapılmış çalışmalardan bazı örnekler vermekle olacaktır.
Bunlardan ilki, bilginin üretilmesi ve dağıtılması hakkındadır; eğitim ve bilgi sosyolojisi perspektifleriyle müzik eğitimi ve metotları üzerinde yapılmıştır. Çalışma, esas itibariyle, bilginin yayılması stratejileri ile ilgili dört temel soruya cevap aramak amacıyla teşekkül ettirilmiştir. Birer bilgi yayma ajanı rolündeki eğitimciler, bu amaçla kullandıkları metotları sadece bir bilgi dağıtım stratejisi olarak almamakta, aktardıkları bilginin özünü ve muhtevasını da ifade edebilecek bir metot formülasyonu edinmeye çalışmaktadırlar. Bu çaba onları, metot ve muhteva konusunda yeni bilgi üretmeye sevk etmektedir. Bu esnada göz önünde bulundurulmuş olan husus, elde edilen bilginin günümüz öğrencisine uygun olup olmadığıdır. Araştırmada ayrıca, bilgi üretme ve onu toplum hayatına mal etmede, bilinçli ve bilinçsiz karar alma (decisionmaking) süreçlerinin tabiatlarının nasıl olduğu ve genel olarak bilginin (bu örnekte müzik eğitiminin) "sosyal dağıtımının" nasıl sağlandığı değerlendirilmiştir.[10] Görüldüğü gibi, bu örnekte bilgi unsuru müzik eğitimi metotları olarak ele alınmış, ve bilginin sosyal olarak yayılmasında ortaya çıkan hususların yine sosyal olarak şekillendirilmesi izah edilmiştir.
Bilginin kaynakları konusunda bir çalışma da "yeni bilgi sosyolojisi (the new Sociology of knowledge)" olarak adlandırılan bir eğitim teorisi kullanılarak yapılmıştır. Çalışma, eğitimcinin toplumda ve bir eğitim müessesesinde yaşaması ve çalışması için gerekli olan bilgiyi, türleri ve fonksiyonları itibariyle nasıl edindiği, geliştirdiği, ve kullandığını incelemektedir. Bulgular, toplum, okul, eğitimcilik mesleği, şahsî biyografi, ve mesleki tecrübe olmak üzere, bilginin beş temel kaynağı olduğunu göstermektedir. Mesleki uygulamalar misyonunu şekillendirme ve belirlemede eğitimcinin okuldaki ve toplumdaki kültürden algılamalarının (perceptions) esas rolü oynadığı bulunmuştur.[11] Bu sonuç toplum tarafından üretilen bilginin gerek fertleri gerekse organizasyonları şekillendiriciliğini işleyen bilgi sosyolojisi teorisiyle de mutabıktır. Elbette ki organizasyonların farklılıkları, değişik bilgi tabanına dayanmalarından ileri gelmektedir. Bu bilgi sosyolojisinin esas aldığı noktalardan biridir. Farklılıkların entelektüel kaynakları, bilgi sosyolojisi ve antropolojinin yeni önem kazanmaya başlayan konuları arasındadır. Bu görüş, insanlığın tüm birikimlerini, kültür ve bir sosyal kurum üyesi fertlerin mizaçları veya özel durumlarıyla ilgili diğer faktörler tarafından etkilenen serbest iştirakler olarak görür.[12]
Yukarıdaki sürecin tersi, yani insanların kültür yapılarını üreten düşünce ve ideolojik dinamikler de, birer bilgi sosyolojisi konusudurlar. Bunlardan sınıf, cinsiyet ve ırk dinamikleri okul bilgisi sosyolojisi sahasında ele alınmaktadır.[13] Eğitim, toplumsal olarak üretilmiş bir müessese olarak sosyal değerleri, muhtelif dinamiklerin etkileriyle değiştirerek ve geliştirerek, veya yeni sosyal değerler üreterek topluma geri yansıtmaktadır. Böylece toplum kendini yenileyebilmekte ve kültür üretimi sürdürülebilmektedir.[14]
İnsanın entelektüel ürünleri soyut plânda kalmamakta, maddi sahalarda tezahür etmektedir. Dolayısıyla bilgi sosyolojisi, maddi unsurları ve bunların arkasındaki düşünce sistemlerini de konu edinmektedir.
Buna örnek bir çalışma da, mimarî sahada, çevrenin fizikî formlarının meydana getirilmesindeki bilim ve sanat metotlarının koordinesinin geliştirilerek düzenleme ve potansiyel problemlerin giderilmesi hususunda yapılmıştır.[15] Araştırma, çevre çalışmalarında sanat felsefeleriyle bilimin birbirinden ayrı olduğunu ve bu kopukluğun kaldırılabilmesi için yeni bir teorik sentez oluşturulması gerektiğini öne sürmektedir.[16] Bu düşüncelerin ışığında bilgi sosyolojisi, insan-insan ve insan-çevre ilişkisinde, birbirinden kopuk sanat, sanat felsefeleri, bilim ve çevre formlarını izah edecek ve bütünleştirebilecek bir yaklaşım olmaktadır. Görüldüğü gibi burada işlenen konu esasen entelektüel ürünler arasındaki farklılıkların ortaya çıkarılması, bunlardan doğan hataların ve eksikliklerin giderilmesidir.
Sonuç itibariyle yukarıdaki tartışmaları şöyle özetleyebiliriz: Bilgi sosyolojisinin konusu toplumda üretilen -sosyal olarak şekillenmiş- bilgi ile sosyal yapı arasındaki ilişkidir. Bu dalda ele alınacak herhangi bir konunun başlıca üç ana şartı sağlaması gerekir: (1) Konuların, objektif olması; (2) Ontolojik (yaratılış ilmi) veya sınanamayan metafizik olmaması; (3) Sosyal yapının ürettiği veya bunu etkileyen bir konu olması gerekmektedir.[17] Bilgi Sosyolojisinin sınırları çok kesin olmadığından, ilgilendiği konular sosyal psikoloji, bilim, din, sanat, sosyolojileri gibi bazı branşları kapsar veya çakışır.[18]
Bilgi sosyolojisinin konusu ile ilgili son yaklaşım, bu çalışmanın amacı ile ilgilidir. Bu, bilgi sosyolojisinde kimlik konusudur. Kimlik, pek çok disiplin tarafından değişik şekillerde ele alınmaktadır. Kimliği gerek ferdî gerekse toplumsal bir düşünce sistemi olarak ele alırsak[19] bu konu doğrudan bilgi sosyolojisi sahasına girmiş olur. Sosyal yapı içinde fert, kim olduğunu düşünmekte ve niçin belli bir tarzda hareket sergilemektedir? Gerek ferdî gerekse toplumsal düşünce sistemi olarak kimlik, sosyo-kültürel çevre tarafından yaratılmaktadır.[20]
[1]Kavramın ihdas edilişi hakkındaki kaynaklar: [ 1) W. Jerusalem, Die Soziologie des Erkennes (The Sociology of Perception), reprinted in Gedanken und Denker. Gesammelte. Aufsätze. Neues Folge, 2nd edn., Vienna & Leipzig: W. Braumuller, 1925.; 2) E. Durkheim, Année Sociologique, Les Cconditions Sociologiques de la Connaissance, cf. vol. XI, Paris, Felix Alcan, 1910, s.41.; 3) M. Scheler, Versuche zu einer Soziologie des Wissen, Ungsinstitute für Socialwissenchaften, 1924.; 4) M. Scheler, Die Wissensformen und die Gesellschaft, Der Neue Geist Verlag, Leipzig, 1926.]
[2]William Outhwaite ve Tom Bottomore (ed.), Advisory Editors E. Gellner, R. Nisbet, A. Touraine, The Blackwell Dictionary of Twentieth-Century Social Thought, Basil Blackwell, Cambridge, 1993, s. 638.
[3]Robert K. Merton, The Sociology of Science: Theoretical and Emprical Investigations, Edited and with an introduction by Norman W. Storer, The University of Chicago Press, Chicago, 1973, s. 7.
[4]K. Mannheim, Ideology and Utopia, Kegan Paul, London, 1952, s. 237-60. zikreden: (Werner Stark, "Sociology of Knowledge" maddesi, A Dictionary of The Social Sciences, Julius Gould and William L. Kolb (Ed.by.), The Free Press, New York, 1964, s. 679.)
[5]E. Doyle McCarthy, "Introduction to the Transaction Edition", s. ix-x, (Werner Stark, The Sociology of Knowledge: Toward a Deeper Understanding of the History of Ideas, With a new introduction by E. Doyle McCarthy, Transaction Publishers, New Brunswick, 1991.) kitabında.
[6]David Jary ve Julia Jary, " Sociology of Knowledge" maddesi, The Harper Collins Dictionary of Sociology, Series Editor, Eugene Ehrlich, Harper Perennial, New York, 1991, s. 477.
[7]H. Becker ve H. O. Dahlke, "Max Scheler's Sociology of Knowledge", Philosophy and Phenomenological Research, vol.II, 1941-2, s. 310.
[8]G. Gurvitch, The Social Frameworks of Knowledge. M. ve K. Thompson (trans. by), Harper & Row Publishers, N. Y., 1971, s. 16-7.
[9]G. Gurvitch, The Social Frameworks of Knowledge. M. ve K. Thompson (trans. by), Harper & Row Publishers, N. Y., 1971, s. 17.
[10]Brian A., Roberts, Sociological Reflections on Methods in School Music, Canadian Music Educators Association, Toronto (Ontario), 1991. s. 1-6.
[11]Paul G., Schempp, From the Outside In and Back Again: A Sociological Analysis of the Acquisition, Evaluation, and Utilization of a Teacher's Occupational Knowledge.; Paper presented at the Annual Meeting of the American Educational Research Association (San Francisco, CA, March 27-31, 1989). s.1-12.
[12] D. Hossler ve diğerleri, An Investigation of the Knowledge Claims Supporting Goal Based Planning and Organizational Culture as Keys to Excellence in Educational Organizations., Study supported by the Profitt Fund, School of Education, Indiana University, Bloomington. 1988, s. 79.
[13]Michael W. Apple ve Lois Weis, "Seeing Education Relationally: The Stratification of Culture and People in the Sociology of School Knowledge.", Journal of Education; v168, n1, 1986, s.7-34
[14]B. Peck, "Bringing Europe into the curriculum" Phi Delta Kappan. v. 74, Sept. 1992, s. 91-2.
[15]Asghar Talaye Minai, Art, Science and Architecture: Architecture as a Dynamic Process of Structuring Matter-Energy in the Spatio-Temporal World., Document, University of Michigan Microfilms, Ann Arbor, 1969, s 450.
[16]Asghar Talaye Minai, Art, Science and Architecture: Architecture as a Dynamic Process of Structuring Matter-Energy in the Spatio-Temporal World., Document, University of Michigan Microfilms, Ann Arbor, 1969, s 1-14.
[17]Werner Stark, "Sociology of Knowledge" maddesi, A Dictionary of The Social Sciences, Julius Gould and William L. Kolb (Ed.by.), The Free Press, New York, 1964, s. 680.
[18]D. Jary ve J. Jary, " Sociology of Knowledge" maddesi, The Harper Collins Dictionary of Sociology, Series Editor, Eugene Ehrlich, Harper Perennial, New York, 1991, s. 476.
[19]W. J. H. Sprott, Science and Social Action, Watts, London, 1954, s.141.
[20]James E. Curtis ve John W. Petras, (Ed. by), "Introduction", The Sociology of Knowledge: A Reader, Preager Publishers, London, 1970, s. 25.
Kaynak: Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi ISSN: 1303-5134
1. Konusu ve Kapsamı
Bilimlerin ortak özelliklerinin yanı sıra farklılıkları, sosyal realitenin değişik perspektiflerle ele alınmasından doğmuştur. Yeni yaklaşımlar ve bakış açıları, bu branşların konularına ve kapsamlarına sürekli eklenmekte ve geliştirilmektedir. Genel hususiyetlerinin yanı sıra, bir disiplinin konu ve sahasını, ona ait strateji ve genel teoriler çerçevesinde değişkenler kullanılarak ele alınabilecek tüm konular oluşturmaktadır. Buna göre bilgi sosyolojisinin konusunu toplum ve bilgi ilişkisi, değişkenlerini ise bu karşılıklı etkileşim sürecinde mevcut olan her türlü faktör oluşturmaktadır.
Bu bakımdan bilgi sosyolojisinin[1] konusunu toplum ile bilgi arasındaki ilişkinin tezahürleri olarak genellemek mümkündür. Bilgi olarak toplumda mevcut olan her şey sosyolojik inceleme için meşru bir konu olarak kabul edilmektedir.[2] Bilgi terimi çok geniş anlamda ele alınmaktadır; çünkü bu alandaki çalışmalar entelektüel hayatta adaletten sanata kadar her konu ile ilgili fikirler, ideolojiler, inançlar, felsefe, bilim, teknoloji, ve düşünce sistemleri gibi mevcut tüm kültürel ürünlerle meşgul olur.[3] Branşın ilk ihdas edildiği yıllarda kapsam, genel olarak Mannheim tarafından şöyle ifade edilmektedir: "Çalışmamızın ana teması, belirli bir tarihî andaki entelektüel hayatın, mevcut sosyal ve siyasi güçlerle nasıl ve hangi formlarda ilişkili olduğunu müşahede etmektir" .[4]
Düşünce sistemlerinde taşınıyor olan doğruları ve yanlışları aramak bilgi sosyolojisinin bir görevidir. Bu amaç için fikirlerin içinde yeşerdikleri sosyal şartların çerçevesi içinde ve dışında nasıl anlamlandıklarını incelemek gerekir.[5] Günümüzde bilgi sosyolojisi, özellikle bilim sosyolojisi ve günlük bilginin sosyal yapılanması konularında araştırmalarını yapıyor.[6]
Bilgi sosyolojisi genel olarak bilgi ile toplumda mevcut diğer faktörler arasındaki ilişkiyi inceleyerek sosyal realitenin belirlenmesini sağlar. Sosyal realitenin belirlenmesi için bilgi ile toplumdaki diğer faktörler arasındaki ilişkinin de incelenmesi gerekir. Bu bakımdan bilgi sosyolojisinin konuları bir yönden, sosyal yapıların ve sosyal süreçlerin birbiriyle olan fonksiyonel ilişkisinin analizi, diğer yönden bilgi şekilleri de dahil entelektüel hayatın örnekleridir.[7] Toplumda hangi sosyal realiteler mevcuttur, bunlar ne şekillerde ortaya çıkmaktadırlar, fikirler, felsefeler, ve diğer faktörler belli bir sosyal realiteyi nasıl oluşturmaktadır? Bütün bu yaklaşımlarla elde edilen sorular ve cevapları bu dalın konusunu ve alanını oluşturmaktadır. Daha belirgin bir tarif yapmak alandaki mevcut tüm konuları ve yaklaşımları kapsayabilmek açısından oldukça zordur. Bununla birlikte Gurvithc tarafından aşağıdaki tarif yapılmaktadır.
Bilgi sosyolojisi, "... sosyal çevredeki farklı tipler, bu tiplerin farklı olarak vurgulanan formları, bilginin farklı sistemleri (bu tiplerin hiyerarşileri), ve öte yandan global toplumlar, sosyal sınıflar, belirli guruplaşmalar ve toplumsallaşmanın çeşitli tezahürleri (mikro-sosyal elementler) arasında kurulan fonksiyonel ilişkilerin incelenmesidir."[8]
Gurvithc, sosyal çevrede bilginin hiyerarşik bir tasnifini yaparak aralarındaki ilişkinin incelenmesinin bilgi sosyolojisinin konusunu teşkil ettiğini belirtmektedir. Sosyal çevre, kısmî, özellikle global sosyal yapılar bu araştırmaların nüvesini teşkil etmektedir. Bu amaca göre bilgi sosyolojisi şu detayları incelemelidir:
a) Bilgi tipleri arasındaki çeşitli hiyerarşileri incelemek (sosyal kontrol, kültürel ürünler, sosyal uygulamalar vs..);
b) Değişik tür toplumlardaki bilgi ve ajanlarının rolleri;
c) Deyimlerin, iletişimlerin ve bilginin yayılmasının değişik türlerini incelemek;
d) Bilginin çeşitli tiplerinin toplumlara (global toplum tiplerine, sınıflara, kısmî guruplaşmalara) göre eğilimlerini (farklılaşma veya bütünleşme yönünde) tespit etmek; bu, genetik bilgi sosyolojisinin başlangıcı olabilir;
e) Sosyal çevre ve bilgi arasında, birbirleriyle olan ilişkileri esnasında görülebilecek ayrışmaları tespit etmek.Sosyal çevre ve bilgi arasında, birbirleriyle olan ilişkileri esnasında görülebilecek ayrışmaları tespit etmek.[9]
Bilgi sosyolojisinin konusu hakkında daha uygun bir açıklama, bu konuda yapılmış çalışmalardan bazı örnekler vermekle olacaktır.
Bunlardan ilki, bilginin üretilmesi ve dağıtılması hakkındadır; eğitim ve bilgi sosyolojisi perspektifleriyle müzik eğitimi ve metotları üzerinde yapılmıştır. Çalışma, esas itibariyle, bilginin yayılması stratejileri ile ilgili dört temel soruya cevap aramak amacıyla teşekkül ettirilmiştir. Birer bilgi yayma ajanı rolündeki eğitimciler, bu amaçla kullandıkları metotları sadece bir bilgi dağıtım stratejisi olarak almamakta, aktardıkları bilginin özünü ve muhtevasını da ifade edebilecek bir metot formülasyonu edinmeye çalışmaktadırlar. Bu çaba onları, metot ve muhteva konusunda yeni bilgi üretmeye sevk etmektedir. Bu esnada göz önünde bulundurulmuş olan husus, elde edilen bilginin günümüz öğrencisine uygun olup olmadığıdır. Araştırmada ayrıca, bilgi üretme ve onu toplum hayatına mal etmede, bilinçli ve bilinçsiz karar alma (decisionmaking) süreçlerinin tabiatlarının nasıl olduğu ve genel olarak bilginin (bu örnekte müzik eğitiminin) "sosyal dağıtımının" nasıl sağlandığı değerlendirilmiştir.[10] Görüldüğü gibi, bu örnekte bilgi unsuru müzik eğitimi metotları olarak ele alınmış, ve bilginin sosyal olarak yayılmasında ortaya çıkan hususların yine sosyal olarak şekillendirilmesi izah edilmiştir.
Bilginin kaynakları konusunda bir çalışma da "yeni bilgi sosyolojisi (the new Sociology of knowledge)" olarak adlandırılan bir eğitim teorisi kullanılarak yapılmıştır. Çalışma, eğitimcinin toplumda ve bir eğitim müessesesinde yaşaması ve çalışması için gerekli olan bilgiyi, türleri ve fonksiyonları itibariyle nasıl edindiği, geliştirdiği, ve kullandığını incelemektedir. Bulgular, toplum, okul, eğitimcilik mesleği, şahsî biyografi, ve mesleki tecrübe olmak üzere, bilginin beş temel kaynağı olduğunu göstermektedir. Mesleki uygulamalar misyonunu şekillendirme ve belirlemede eğitimcinin okuldaki ve toplumdaki kültürden algılamalarının (perceptions) esas rolü oynadığı bulunmuştur.[11] Bu sonuç toplum tarafından üretilen bilginin gerek fertleri gerekse organizasyonları şekillendiriciliğini işleyen bilgi sosyolojisi teorisiyle de mutabıktır. Elbette ki organizasyonların farklılıkları, değişik bilgi tabanına dayanmalarından ileri gelmektedir. Bu bilgi sosyolojisinin esas aldığı noktalardan biridir. Farklılıkların entelektüel kaynakları, bilgi sosyolojisi ve antropolojinin yeni önem kazanmaya başlayan konuları arasındadır. Bu görüş, insanlığın tüm birikimlerini, kültür ve bir sosyal kurum üyesi fertlerin mizaçları veya özel durumlarıyla ilgili diğer faktörler tarafından etkilenen serbest iştirakler olarak görür.[12]
Yukarıdaki sürecin tersi, yani insanların kültür yapılarını üreten düşünce ve ideolojik dinamikler de, birer bilgi sosyolojisi konusudurlar. Bunlardan sınıf, cinsiyet ve ırk dinamikleri okul bilgisi sosyolojisi sahasında ele alınmaktadır.[13] Eğitim, toplumsal olarak üretilmiş bir müessese olarak sosyal değerleri, muhtelif dinamiklerin etkileriyle değiştirerek ve geliştirerek, veya yeni sosyal değerler üreterek topluma geri yansıtmaktadır. Böylece toplum kendini yenileyebilmekte ve kültür üretimi sürdürülebilmektedir.[14]
İnsanın entelektüel ürünleri soyut plânda kalmamakta, maddi sahalarda tezahür etmektedir. Dolayısıyla bilgi sosyolojisi, maddi unsurları ve bunların arkasındaki düşünce sistemlerini de konu edinmektedir.
Buna örnek bir çalışma da, mimarî sahada, çevrenin fizikî formlarının meydana getirilmesindeki bilim ve sanat metotlarının koordinesinin geliştirilerek düzenleme ve potansiyel problemlerin giderilmesi hususunda yapılmıştır.[15] Araştırma, çevre çalışmalarında sanat felsefeleriyle bilimin birbirinden ayrı olduğunu ve bu kopukluğun kaldırılabilmesi için yeni bir teorik sentez oluşturulması gerektiğini öne sürmektedir.[16] Bu düşüncelerin ışığında bilgi sosyolojisi, insan-insan ve insan-çevre ilişkisinde, birbirinden kopuk sanat, sanat felsefeleri, bilim ve çevre formlarını izah edecek ve bütünleştirebilecek bir yaklaşım olmaktadır. Görüldüğü gibi burada işlenen konu esasen entelektüel ürünler arasındaki farklılıkların ortaya çıkarılması, bunlardan doğan hataların ve eksikliklerin giderilmesidir.
Sonuç itibariyle yukarıdaki tartışmaları şöyle özetleyebiliriz: Bilgi sosyolojisinin konusu toplumda üretilen -sosyal olarak şekillenmiş- bilgi ile sosyal yapı arasındaki ilişkidir. Bu dalda ele alınacak herhangi bir konunun başlıca üç ana şartı sağlaması gerekir: (1) Konuların, objektif olması; (2) Ontolojik (yaratılış ilmi) veya sınanamayan metafizik olmaması; (3) Sosyal yapının ürettiği veya bunu etkileyen bir konu olması gerekmektedir.[17] Bilgi Sosyolojisinin sınırları çok kesin olmadığından, ilgilendiği konular sosyal psikoloji, bilim, din, sanat, sosyolojileri gibi bazı branşları kapsar veya çakışır.[18]
Bilgi sosyolojisinin konusu ile ilgili son yaklaşım, bu çalışmanın amacı ile ilgilidir. Bu, bilgi sosyolojisinde kimlik konusudur. Kimlik, pek çok disiplin tarafından değişik şekillerde ele alınmaktadır. Kimliği gerek ferdî gerekse toplumsal bir düşünce sistemi olarak ele alırsak[19] bu konu doğrudan bilgi sosyolojisi sahasına girmiş olur. Sosyal yapı içinde fert, kim olduğunu düşünmekte ve niçin belli bir tarzda hareket sergilemektedir? Gerek ferdî gerekse toplumsal düşünce sistemi olarak kimlik, sosyo-kültürel çevre tarafından yaratılmaktadır.[20]
[1]Kavramın ihdas edilişi hakkındaki kaynaklar: [ 1) W. Jerusalem, Die Soziologie des Erkennes (The Sociology of Perception), reprinted in Gedanken und Denker. Gesammelte. Aufsätze. Neues Folge, 2nd edn., Vienna & Leipzig: W. Braumuller, 1925.; 2) E. Durkheim, Année Sociologique, Les Cconditions Sociologiques de la Connaissance, cf. vol. XI, Paris, Felix Alcan, 1910, s.41.; 3) M. Scheler, Versuche zu einer Soziologie des Wissen, Ungsinstitute für Socialwissenchaften, 1924.; 4) M. Scheler, Die Wissensformen und die Gesellschaft, Der Neue Geist Verlag, Leipzig, 1926.]
[2]William Outhwaite ve Tom Bottomore (ed.), Advisory Editors E. Gellner, R. Nisbet, A. Touraine, The Blackwell Dictionary of Twentieth-Century Social Thought, Basil Blackwell, Cambridge, 1993, s. 638.
[3]Robert K. Merton, The Sociology of Science: Theoretical and Emprical Investigations, Edited and with an introduction by Norman W. Storer, The University of Chicago Press, Chicago, 1973, s. 7.
[4]K. Mannheim, Ideology and Utopia, Kegan Paul, London, 1952, s. 237-60. zikreden: (Werner Stark, "Sociology of Knowledge" maddesi, A Dictionary of The Social Sciences, Julius Gould and William L. Kolb (Ed.by.), The Free Press, New York, 1964, s. 679.)
[5]E. Doyle McCarthy, "Introduction to the Transaction Edition", s. ix-x, (Werner Stark, The Sociology of Knowledge: Toward a Deeper Understanding of the History of Ideas, With a new introduction by E. Doyle McCarthy, Transaction Publishers, New Brunswick, 1991.) kitabında.
[6]David Jary ve Julia Jary, " Sociology of Knowledge" maddesi, The Harper Collins Dictionary of Sociology, Series Editor, Eugene Ehrlich, Harper Perennial, New York, 1991, s. 477.
[7]H. Becker ve H. O. Dahlke, "Max Scheler's Sociology of Knowledge", Philosophy and Phenomenological Research, vol.II, 1941-2, s. 310.
[8]G. Gurvitch, The Social Frameworks of Knowledge. M. ve K. Thompson (trans. by), Harper & Row Publishers, N. Y., 1971, s. 16-7.
[9]G. Gurvitch, The Social Frameworks of Knowledge. M. ve K. Thompson (trans. by), Harper & Row Publishers, N. Y., 1971, s. 17.
[10]Brian A., Roberts, Sociological Reflections on Methods in School Music, Canadian Music Educators Association, Toronto (Ontario), 1991. s. 1-6.
[11]Paul G., Schempp, From the Outside In and Back Again: A Sociological Analysis of the Acquisition, Evaluation, and Utilization of a Teacher's Occupational Knowledge.; Paper presented at the Annual Meeting of the American Educational Research Association (San Francisco, CA, March 27-31, 1989). s.1-12.
[12] D. Hossler ve diğerleri, An Investigation of the Knowledge Claims Supporting Goal Based Planning and Organizational Culture as Keys to Excellence in Educational Organizations., Study supported by the Profitt Fund, School of Education, Indiana University, Bloomington. 1988, s. 79.
[13]Michael W. Apple ve Lois Weis, "Seeing Education Relationally: The Stratification of Culture and People in the Sociology of School Knowledge.", Journal of Education; v168, n1, 1986, s.7-34
[14]B. Peck, "Bringing Europe into the curriculum" Phi Delta Kappan. v. 74, Sept. 1992, s. 91-2.
[15]Asghar Talaye Minai, Art, Science and Architecture: Architecture as a Dynamic Process of Structuring Matter-Energy in the Spatio-Temporal World., Document, University of Michigan Microfilms, Ann Arbor, 1969, s 450.
[16]Asghar Talaye Minai, Art, Science and Architecture: Architecture as a Dynamic Process of Structuring Matter-Energy in the Spatio-Temporal World., Document, University of Michigan Microfilms, Ann Arbor, 1969, s 1-14.
[17]Werner Stark, "Sociology of Knowledge" maddesi, A Dictionary of The Social Sciences, Julius Gould and William L. Kolb (Ed.by.), The Free Press, New York, 1964, s. 680.
[18]D. Jary ve J. Jary, " Sociology of Knowledge" maddesi, The Harper Collins Dictionary of Sociology, Series Editor, Eugene Ehrlich, Harper Perennial, New York, 1991, s. 476.
[19]W. J. H. Sprott, Science and Social Action, Watts, London, 1954, s.141.
[20]James E. Curtis ve John W. Petras, (Ed. by), "Introduction", The Sociology of Knowledge: A Reader, Preager Publishers, London, 1970, s. 25.
Kaynak: Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi ISSN: 1303-5134
Okuma Parçası 3: "Ye Kürküm ye" Deyişinden Veblen'in "Gösterişçi Tüketim" Kuramına
George Blecher
"YE KÜRKÜM YE" DEYİŞİNDEN VEBLEN'İN "GÖSTERİŞÇİ TÜKETİM" KURAMINA...
Kısa bir süre önce miras olarak yüklü bir para aldım. Norveç asıllı Amerikalı iktisatçı Thorstein Veblen'in bir zamanlar "the leisure class - aylak sınıf" dediği gruba girmeme, onun zamanında yeterli olsa da, bugün yetecek kadar büyük bir para değildi bu. (Belki de miras kalan paranın miktarı konusunda tevazu gösterişim bile, Veblen'e göre saldırgan, rekabetçi bir savaşçı sınıftan köklenen, aylak sınıfın zihniyetini benimsediğimi gösteriyor. Benim, aslında herkesin, mal varlığı hakkında ketum davranması bir tür kışkırtma, karşısındakini 'acaba onun kadar varlıklı mıyım?' diye meraklanmaya sevk edecek ilkel bir meydan okuma değil midir?)
Mirası aldığımda, ilk önce bir yere gömmek istedim. Bu benim Kader'e karşı sigortam olacaktı ve kimsenin elimden almayacağından emin olmak istiyordum. ABD gibi, bireylerin bir güvenlik ağı olmaksızın hayatını sürdürmeye çabaladığı -ve günümüzde herkesin kredi kartı ile üniversite borçlarının, sağlık sigortası giderlerinin ve işte geçen uzun saatler dolayısıyla birbirini görememenin yalnızlığı altında ezildiği- bir ülkede, yumurtalarının üstüne kuluçkaya yatmak belki de en sağduyulu davranıştı. Bu para bana mutluluk getirmese bile, hiç olmazsa zihnimi rahatlatacaktı. Ama işe başka duygular karıştı. Baştan çıkma. Arzu. Güç kazanma dileği. Gösteriş yapma, başkalarına ne kadar zengin ve güçlü olduğumu kanıtlayacak şeylere para harcama güdüsüne kapıldım. Veblen'e göre aylak sınıfın birincil özelliği olan "avcılık-yırtıcılık" eğilimiyle, mal edinmek arzusu doğdu içimde.
Almaya karar verdiğim şeylerden biri, bir tüvit ceketti. Yıllardır giydiğim bir tüvit ceketim vardı aslında. Kuşkusuz benim de bir üyesi olduğum, Veblen'in "akademik/uşak" sınıfının üniformasının bir parçası olan bu eski ceket gerçek tüvit değil, idare eder bir taklidiydi. Şimdi yeterli param olduğuna göre, gerçek bir Harris tüvit ceket istiyordum; hem de herhangi bir Harris tüvit ceket değil, kabarık, diğer tüvit ceketlerden daha yünlü olanını. Öyle dikkat çekici bir tüvit ceket istiyordum ki, tüvitliğiyle başkalarından daha iyi (yani daha pahalı) olduğunu gösterecek ve belki de zarafetiyle bir üst sınıfa tırmandığımı ima edecekti.
İlk ve en ünlü kitabı olan The Theory of the Leisure Class- Aylak Sınıfın Kuramı (1899), Veblen'in düşüncesini müthiş bir keskinlikle ortaya koyar. Aylak sınıfın parasını "diğer tüketicileri kıskandıracak bir kıyaslama amacına hizmet eden", yani diğerlerinin kendilerini görece fakir hissetmesini sağlayacak bir şekilde harcama ihtiyacından bahseder. Bu, makine yerine elle yapılmış şeylerin alınması anlamına gelebilir, örneğin. Neden mi? Çünkü tüketici "sıradan", "fabrikasyon" şeyleri itici bulur; her ne kadar makine yapımı çoğu zaman el işinden daha iyi bir mamul olsa da. Nedeni basit: makine yapımı ucuz, el işi pahalıdır ve "bir analiz yapmadan, ya da üzerinde düşünmeden, ucuz olanın almaya değmeyeceği sonucunu çıkarıyoruz". Bu kadarla da kalmıyor; Veblen'in geçerliliğini günümüze kadar korumuş olan "gösterişçi tüketim" kuralına göre, aylak sınıfa mensup olmasak da hepimiz bizden üstte olanları taklit ederiz ve sırf gücümüzü göstermek için, ihtiyacımızdan fazlasını harcayarak sınırlarımızı sonuna kadar zorlarız.
Kusursuz Harris tüvit ceketi almak için alışverişe çıktığımda (Veblen başka kumaştan ceketler yerine Harris tüvitle ilgilenişimin "moda"nın bir göstergesi, aslında başkalarıyla rekabetin sadece farklı bir yolu olduğunu söylerdi herhalde) fiyatların müthiş oynadığını gördüm; el dikimi ceketler, fabrika mamullerinin 15 katı kadar daha pahalıya satılabiliyordu. Bir an, Harris tüvitin anavatanı olan İskoçya'ya uçup New York'takinden daha ucuza almayı düşündüm. Ancak edinme arzum, paramı koruma güdümle çeliştiğinden, sonunda fabrikadan çıkma bir cekette karar kıldım. Korkaklığımdan ne kadar utandım ama! Beni Evren'in Efendisi yapabilecek parayı harcamaktan korkmuştum. Mağazadan "ucuz" ceketimle çıktıktan sonra, dönüp yine içeri girdim ve ikinci bir tüvit ceket aldım. Kendi kendime de, İskoçya yakınlarında bir yere gidecek olursam, bir tüvit ceket diktireceğime söz verdim.
Anlaşılan, insan zihinsel anlamda bile olsa aylak sınıfa bir günde girmiyor. Aylak Sınıfın Kuramı, akademik baskıların Avrupa'nın büyük öğrenim kurumlarındaki gibi kısıtlayıcı olmadığı genç bir kültürde yazılabilirdi ancak. Bir yıl sonra yayınlanan Freud'un "Düşlerin Yorumu"yla kıyaslanacak olursa, her iki eserin temel varsayımlarındaki farklılık açıkça görülüyor. Freud kitabının ilk 100 sayfasını düş psikolojisi üzerine yazılmış her bir eseri taramaya ayırarak, bir profesörler kurulu önündeki doktora öğrencisinin biçimci, telaşlı özeniyle her bir fikrini tartışırken, Veblen'in kitabında ne bir dipnot, herhangi bir başka kitaba gönderme, ne de bir kaynakça bulunur; ayrıca, dağınık ve nadiren örnek verilmiştir. Çok iyi bir eğitimi olmasına rağmen (belki de hayranı olan bir öğrencisinin biraz abartmasıyla, 26 dil konuştuğu söylenirdi), bunu çok geniş genellemelerle gizleyen Veblen kendini akademik derecelere sahip biri yerine amatör bir deha olarak sunmayı tercih eder.
Yine de kitabı gerçekten bir çığır açmıştır. Orada semiyotik ilminin köklerini bile bulabilirsiniz. Veblen'in çağdaşı "Chicago Okulu"nun iktisatçıları kent yaşamının özelliklerini incelerken bile, kendisi çim bahçeler, bastonlar, moda ve ev hayvanları gibi ıvır zıvır şeyleri gözlemleyerek, bunlardan sosyal davranış kuramları çıkartmaktan hınzırca bir keyif alıyordu. (Sonraları Adorno ve Horkheimer'in ders vereceği New School for Social Research'in kurucularından olması tesadüfi değildir.) Mesela, köpek konusundaki görüşlerine bakalım:
Ev hayvanlarının en pislerinden ve en kötü alışkanlıkları olanlarından biridir. Bunu efendisi karşısında aşağılıkça yaltaklanırken, başka herkese huzursuzluk ve zarar vermeye teşne olmasıyla telafi eder. Köpek böylece bizim efendilik taslama eğilimimize hitap ederek iltifatımıza mazhar olur. Ayrıca bir harcama kalemi de olduğundan ve genel olarak herhangi bir üretken amaca hizmet etmediğinden, insanların nazarında itibarlı bir nesne olarak sağlam bir yer edinmiştir. Köpek aynı zamanda hayalimizde - saygın yırtıcılık güdüsünün bir ifadesi ve erdemli bir iştigal konusu olan avlanmayla ilişkilendirilmiştir. Hafif çatlakça olsa da müthiş komik, abartılı olsa da hınzırca bir küçük doğruluk payı içeren bu pasaj, Veblen'den başkası tarafından yazılamazdı.
Veblen'in aylak sınıf kuramı, şöyle özetlenebilir: Uzak bir "antropolojik" geçmişte -en azından Freud'un sonraki kitaplarında ele aldığı çeşitli tarih öncesi zamanlar kadar uzak- kırsal bir "ilkel vahşilik" dünyası vardı; bir yandan tembellik ve verimsizlik içinde, bir yandan da "doğruluk, barışçıllık, iyiniyetlilik ve insanlara, nesnelere taklitçi, kıyaslamacı olmayan bir ilgiyle bakan", (Rousseau'nun kavramlaştırdığı) Soylu Vahşi'lerin hindistan cevizi yiyip çocuk yaptığı bir dünyaydı bu. Ancak bu dünya yok olmaya mahkûmdu. Daha saldırgan gruplar, özellikle Veblen'in Avrupa kökenli olarak gördüğü "dolikosefalik (uzun kafalı) sarışın" (yani Aryan ırkı) sayesinde sahneye rekabet ve edinme -"yırtıcılık"- çıkmaya başladı:
İnsan topluluğu barışçıl vahşilikten avcı-yırtıcı bir yaşam tarzına geçtikçe ... kudretin elle tutulur delili olan ganimetler bireysel yaşantının eşyası arasında temel bir yer bulmaya başlar. Avcılığın ya da yağmacılığın andacı olan ganimetler, üstün kuvvetin delili olarak itibar görür. Saldırganlık, onaylanan eylem biçimi haline gelir ve ganimet başarılı saldırının "birinci derecede" kanıtı olarak görülür.
Yeni bir iktidar yapısı oluştu; bedensel çalışmadan (yeterince saldırgan olmadığı için) kaçınan üst sınıf zamanını savaşmakla, avlanmakla, sporla ve "ruhani görevlerle", yani dini işlerle geçirmeye başladı. Mülkiyet, kölelerle birlikte toplumun günlük angaryasını üstlenen kadınların erkekler tarafından edinilmesiyle ortaya çıktı; fakat kısa zamanda sahip olma arzusu "kişiler kadar eşyayı" da kapsamaya başladı. Mülkiyet, ihtiyaçtan çok, ötekilerden daha güçlü olduğunu gösterme arzusundan kaynaklandığı için, yararlı olandan çok, toplumsal hiyerarşi içinde rakipleri etkileyecek olan şeylere dayanıyordu. "Gösterişçi tüketim" ve "gösterişçi aylaklık", yani nesnelerin veya zamanın aşırı, müsrif biçimlerde edinilip kullanılması, toplumun merkezi değerleri arasında yerini almaya koyuldu.
Toplum ilerledikçe, sınai faaliyet başgösterdi ve avcılık güdüleri, yine varolmakla beraber, daha incelikli ve üstü örtülü hale geldi. Toplumun ideali artık "özünde saygın ve sahibini onurlandıran" bir değer olan servet birikimi olmuştu. Herkes avcı-yırtıcı güdüye maruz olduğundan, sürekli tatminsizdi: "servet edinme arzusu bireysel düzeyde pek tatmin edilemeyeceği gibi, bellidir ki ortalama ve genel düzeyde de bu arzunun giderilmesi söz konusu değildir."
Veblen, kitabının büyük bir bölümünü bu "yüksek barbar"ların servet ve rekabet kültürünün değişik yanlarını çözümlemeye ayırmıştır. Yaklaşımı serbest, yarı-antropolojik, bilimsel olmaktan çok izlenimcidir ama, kitap ilerledikçe kadınların (kölelikten süs nesnelerine ve erkek muadillerinden daha "işe yarar" olmayı arzulayan bireylere) değişen rolü ve "sanayi önderleri"nin yerini "ruhsuz" anonim şirketlerin alışı üzerine, öngörülü gözlemlerde bulunur. Müsrif ve çoğu kez zalim gördüğü bir toplumu dengeleyebilecek tek unsur olarak insanın "işçilik" -bir şeyleri yapma arzusu ve ihtiyacı- güdüsünü öne sürer. Veblen için makine, ve onu tasarlayan mühendis, daha verimli, daha az müsrif bir yaşam tarzını simgeler ve onların varlığını en iyi sürdüren toplum, işbirliğini rekabetten üstün tutar. Sonraki yıllarda, Stalin'e güvenmeyen ve Darwinizmi diyalektik materyalizme tercih eden bir Veblen'in Sovyetler Birliği'nde gelecek için bir umut ışığı görmesini böylelikle anlamak mümkündür. "Sınai verimlilik" üzerine aşağıdaki alıntı, Veblen'in Aylak Sınıfın Kuramı'nda vardığı en yüksek iyimserlik düzeyini gösterir:
Her modern topluluğun kolektif çıkarı, sınai verimlilikte yatar... Bu kolektif çıkara en iyi hizmet eden değerler ise, dürüstlük, çalışkanlık, barışseverlik, iyiniyetlilik, bencillikten kaçınma ve animistik inançları işe karıştırmaksızın, olayların akışının doğaüstü müdahalelere bağlı olduğu anlayışından bağımsız olarak sebep-sonuç ilişkisini tanıma ve öngörme alışkanlığıdır. Bu niteliklerin ima ettiği gibi sıkıcı bir insan tabiatının güzelliği, ahlaki mükemmeliyeti veya genel anlamda değerlilik ve saygınlığı hakkında fazla bir şey söylenemez; bu özelliklerin baskın olduğu bir kolektif yaşam tarzına heveslenmek için de pek neden yoktur. Ama mesele bu değildir. Modern sanayi toplumunun başarıyla işlemesi, bu özelliklerin ortaya çıktığı yerde ve insan malzemesinin bu niteliklere sahip olması halinde mümkün olur.
Aylak Sınıfın Kuramı'ndan sonra Veblen bir dizi başka kitap yazdı, üniversitelerde ders verdi ve serbest düşünceli 1920'lerin ortamında, kitap kulüpleri ve tartışma gruplarında fikirlerinin çözümlenmesiyle kısa bir süre moda oldu. Popüler veya değil, düşünce tarzı sistemsiz (Aylak Sınıf, bir dizini olan tek kitabıydı) ve kişiliği eksantrik olduğundan kendini her zaman dışarıda biri olarak gören Veblen, hiçbir zaman bir sistem kurmadığı gibi, bir düşünce okulunun kalıbına da girmedi. Belki de en etkileyici içgörüsü olumsuzdu: Tüm radikal düşünürler arasında, mal edinme içgüdüsünün yok olmayacağını gören tek kişiydi. Kapitalizmi tarihin geçici bir evresi olarak gören Marx'tan farklı olarak, bu olguyu insan tabiatının karanlık, inatçı bir yanı olarak tanımladı.
Veblen'den günümüze değişen bir şey var mı? Fazla değil. Herhalde başlıca değişiklik, bir ölçüde akılcılık ve toplumsal itidalin korunması bakımından tek umut olarak gördüğü sanayi toplumunun doğuya taşınması olmuştur. Veblen, sanayinin olmadığı yerde, avcı-yırtıcı güdülerin serbest kaldığını ima etmiştir. Nitekim olan da aşağı yukarı budur. Amerika için bile olağandışı bir açgözlülüğün sergilendiği 1990'lı yıllarda, insanların somut varlıklar yerine soyutlamalara (mantar misali çoğalan .com şirketleri gibi) yatırım yaptığı, bazılarını diğerlerinden ayırt eden bir unsur olarak ünlülüğe duyulan saplantı, daha fazla mal edinmek çabası içindeki Amerikalıların altına girdiği emsali görülmemiş borç yükü, Veblen'in modeline tamı tamına uyan olgulardır. Amerika'da spordan okullara, sanattan tıbba her şeyin şirketleşmesi de Veblen'in öngördüğü bir başka gerçekliktir. Küresel kapitalizm yoksul ülkelerin yaşam düzeyini yükseltme vaadinde bulunmuşsa da, gerçekte görülen, Veblen'in eleştirisine hedef olanlardan daha az açgözlü olmayan "soyguncu baron"ların yükselişidir.
En azından Amerika'da, en ilginç değişiklik bizatihi aylak sınıfın bile "orta"ya kaymasıdır. Örneğin okullar Veblen'in zamanına göre sınıfsal anlamda çok daha az seçici hale gelmiştir; üniversite öğrenimi ne kadar pahalılaşmış olsa da, orta sınıf aileler çocuklarını Harvard gibi okullara göndermek için muazzam borçlar yüklenebilmektedir. Zanaatkârlar ve hizmetkâr sınıfları büyük ölçüde yok olduğundan, günümüzde zenginlerin ve o kadar zengin olmayanların yaşam tarzları eskisi kadar farklı görünmemektedir. İnsanlar bir zamanlar zengin ve ünlülere özgü olan tenis oynamak, tekneyle gezmek, özel uçakla uçmak gibi boş zaman etkinlikleriyle uğraşabilmektedir. Ülkenin yarısından fazlası, liderleri "aylak sınıfı" gururla temsil eden bir siyasal partinin ülkülerini paylaşıyor gibidir ama aylak sınıfın kendisinin aylaklıkla geçirebileceği boş zamanı pek kalmamıştır artık. Amerika'da onlar kadar sıkı çalışan başka bir grup yoktur. Max Weber bunu Protestan etiğine yorardı belki, ama bana kalırsa Veblen'in görüşü bu olguyu daha isabetle açıklıyor: Eskiden üst sınıfa özgü, zevk için yapılan boş zaman uğraşlarının "avamlaşacak" derecede demokratikleştiği bir çağda, "ustalıklı saldırganlıktan, bununla ilişkili etki gücünden ve insafsızca tutarlı bir statü anlayışından" daha büyük bir zevk olabilir mi?
Ne var ki bunların hiçbiri mutlu etmeye yetmiyor insanı. Roma'nın son günlerini çağrıştıran garip, saldırgan demokrasimizin keyfini çıkarmak şöyle dursun, birbirimizden o denli yalıtılmış bir hale geldik ki, Veblen'in sanayi toplumunda bir olasılık olarak gördüğü, "bencilliğin olmadığı" bir kültür uzak bir hayal gibi geliyor. Kişisel tecrübemden söylüyorum. Bana kalan mirasla başka bir şeyler yapabileceğim, günler sonra aklıma geldi: Bir kısmını hayır amacıyla bağışlayabilirdim mesela.
Published 2004-07-22Original in EnglishTranslation by Osman Deniztekin
"YE KÜRKÜM YE" DEYİŞİNDEN VEBLEN'İN "GÖSTERİŞÇİ TÜKETİM" KURAMINA...
Kısa bir süre önce miras olarak yüklü bir para aldım. Norveç asıllı Amerikalı iktisatçı Thorstein Veblen'in bir zamanlar "the leisure class - aylak sınıf" dediği gruba girmeme, onun zamanında yeterli olsa da, bugün yetecek kadar büyük bir para değildi bu. (Belki de miras kalan paranın miktarı konusunda tevazu gösterişim bile, Veblen'e göre saldırgan, rekabetçi bir savaşçı sınıftan köklenen, aylak sınıfın zihniyetini benimsediğimi gösteriyor. Benim, aslında herkesin, mal varlığı hakkında ketum davranması bir tür kışkırtma, karşısındakini 'acaba onun kadar varlıklı mıyım?' diye meraklanmaya sevk edecek ilkel bir meydan okuma değil midir?)
Mirası aldığımda, ilk önce bir yere gömmek istedim. Bu benim Kader'e karşı sigortam olacaktı ve kimsenin elimden almayacağından emin olmak istiyordum. ABD gibi, bireylerin bir güvenlik ağı olmaksızın hayatını sürdürmeye çabaladığı -ve günümüzde herkesin kredi kartı ile üniversite borçlarının, sağlık sigortası giderlerinin ve işte geçen uzun saatler dolayısıyla birbirini görememenin yalnızlığı altında ezildiği- bir ülkede, yumurtalarının üstüne kuluçkaya yatmak belki de en sağduyulu davranıştı. Bu para bana mutluluk getirmese bile, hiç olmazsa zihnimi rahatlatacaktı. Ama işe başka duygular karıştı. Baştan çıkma. Arzu. Güç kazanma dileği. Gösteriş yapma, başkalarına ne kadar zengin ve güçlü olduğumu kanıtlayacak şeylere para harcama güdüsüne kapıldım. Veblen'e göre aylak sınıfın birincil özelliği olan "avcılık-yırtıcılık" eğilimiyle, mal edinmek arzusu doğdu içimde.
Almaya karar verdiğim şeylerden biri, bir tüvit ceketti. Yıllardır giydiğim bir tüvit ceketim vardı aslında. Kuşkusuz benim de bir üyesi olduğum, Veblen'in "akademik/uşak" sınıfının üniformasının bir parçası olan bu eski ceket gerçek tüvit değil, idare eder bir taklidiydi. Şimdi yeterli param olduğuna göre, gerçek bir Harris tüvit ceket istiyordum; hem de herhangi bir Harris tüvit ceket değil, kabarık, diğer tüvit ceketlerden daha yünlü olanını. Öyle dikkat çekici bir tüvit ceket istiyordum ki, tüvitliğiyle başkalarından daha iyi (yani daha pahalı) olduğunu gösterecek ve belki de zarafetiyle bir üst sınıfa tırmandığımı ima edecekti.
İlk ve en ünlü kitabı olan The Theory of the Leisure Class- Aylak Sınıfın Kuramı (1899), Veblen'in düşüncesini müthiş bir keskinlikle ortaya koyar. Aylak sınıfın parasını "diğer tüketicileri kıskandıracak bir kıyaslama amacına hizmet eden", yani diğerlerinin kendilerini görece fakir hissetmesini sağlayacak bir şekilde harcama ihtiyacından bahseder. Bu, makine yerine elle yapılmış şeylerin alınması anlamına gelebilir, örneğin. Neden mi? Çünkü tüketici "sıradan", "fabrikasyon" şeyleri itici bulur; her ne kadar makine yapımı çoğu zaman el işinden daha iyi bir mamul olsa da. Nedeni basit: makine yapımı ucuz, el işi pahalıdır ve "bir analiz yapmadan, ya da üzerinde düşünmeden, ucuz olanın almaya değmeyeceği sonucunu çıkarıyoruz". Bu kadarla da kalmıyor; Veblen'in geçerliliğini günümüze kadar korumuş olan "gösterişçi tüketim" kuralına göre, aylak sınıfa mensup olmasak da hepimiz bizden üstte olanları taklit ederiz ve sırf gücümüzü göstermek için, ihtiyacımızdan fazlasını harcayarak sınırlarımızı sonuna kadar zorlarız.
Kusursuz Harris tüvit ceketi almak için alışverişe çıktığımda (Veblen başka kumaştan ceketler yerine Harris tüvitle ilgilenişimin "moda"nın bir göstergesi, aslında başkalarıyla rekabetin sadece farklı bir yolu olduğunu söylerdi herhalde) fiyatların müthiş oynadığını gördüm; el dikimi ceketler, fabrika mamullerinin 15 katı kadar daha pahalıya satılabiliyordu. Bir an, Harris tüvitin anavatanı olan İskoçya'ya uçup New York'takinden daha ucuza almayı düşündüm. Ancak edinme arzum, paramı koruma güdümle çeliştiğinden, sonunda fabrikadan çıkma bir cekette karar kıldım. Korkaklığımdan ne kadar utandım ama! Beni Evren'in Efendisi yapabilecek parayı harcamaktan korkmuştum. Mağazadan "ucuz" ceketimle çıktıktan sonra, dönüp yine içeri girdim ve ikinci bir tüvit ceket aldım. Kendi kendime de, İskoçya yakınlarında bir yere gidecek olursam, bir tüvit ceket diktireceğime söz verdim.
Anlaşılan, insan zihinsel anlamda bile olsa aylak sınıfa bir günde girmiyor. Aylak Sınıfın Kuramı, akademik baskıların Avrupa'nın büyük öğrenim kurumlarındaki gibi kısıtlayıcı olmadığı genç bir kültürde yazılabilirdi ancak. Bir yıl sonra yayınlanan Freud'un "Düşlerin Yorumu"yla kıyaslanacak olursa, her iki eserin temel varsayımlarındaki farklılık açıkça görülüyor. Freud kitabının ilk 100 sayfasını düş psikolojisi üzerine yazılmış her bir eseri taramaya ayırarak, bir profesörler kurulu önündeki doktora öğrencisinin biçimci, telaşlı özeniyle her bir fikrini tartışırken, Veblen'in kitabında ne bir dipnot, herhangi bir başka kitaba gönderme, ne de bir kaynakça bulunur; ayrıca, dağınık ve nadiren örnek verilmiştir. Çok iyi bir eğitimi olmasına rağmen (belki de hayranı olan bir öğrencisinin biraz abartmasıyla, 26 dil konuştuğu söylenirdi), bunu çok geniş genellemelerle gizleyen Veblen kendini akademik derecelere sahip biri yerine amatör bir deha olarak sunmayı tercih eder.
Yine de kitabı gerçekten bir çığır açmıştır. Orada semiyotik ilminin köklerini bile bulabilirsiniz. Veblen'in çağdaşı "Chicago Okulu"nun iktisatçıları kent yaşamının özelliklerini incelerken bile, kendisi çim bahçeler, bastonlar, moda ve ev hayvanları gibi ıvır zıvır şeyleri gözlemleyerek, bunlardan sosyal davranış kuramları çıkartmaktan hınzırca bir keyif alıyordu. (Sonraları Adorno ve Horkheimer'in ders vereceği New School for Social Research'in kurucularından olması tesadüfi değildir.) Mesela, köpek konusundaki görüşlerine bakalım:
Ev hayvanlarının en pislerinden ve en kötü alışkanlıkları olanlarından biridir. Bunu efendisi karşısında aşağılıkça yaltaklanırken, başka herkese huzursuzluk ve zarar vermeye teşne olmasıyla telafi eder. Köpek böylece bizim efendilik taslama eğilimimize hitap ederek iltifatımıza mazhar olur. Ayrıca bir harcama kalemi de olduğundan ve genel olarak herhangi bir üretken amaca hizmet etmediğinden, insanların nazarında itibarlı bir nesne olarak sağlam bir yer edinmiştir. Köpek aynı zamanda hayalimizde - saygın yırtıcılık güdüsünün bir ifadesi ve erdemli bir iştigal konusu olan avlanmayla ilişkilendirilmiştir. Hafif çatlakça olsa da müthiş komik, abartılı olsa da hınzırca bir küçük doğruluk payı içeren bu pasaj, Veblen'den başkası tarafından yazılamazdı.
Veblen'in aylak sınıf kuramı, şöyle özetlenebilir: Uzak bir "antropolojik" geçmişte -en azından Freud'un sonraki kitaplarında ele aldığı çeşitli tarih öncesi zamanlar kadar uzak- kırsal bir "ilkel vahşilik" dünyası vardı; bir yandan tembellik ve verimsizlik içinde, bir yandan da "doğruluk, barışçıllık, iyiniyetlilik ve insanlara, nesnelere taklitçi, kıyaslamacı olmayan bir ilgiyle bakan", (Rousseau'nun kavramlaştırdığı) Soylu Vahşi'lerin hindistan cevizi yiyip çocuk yaptığı bir dünyaydı bu. Ancak bu dünya yok olmaya mahkûmdu. Daha saldırgan gruplar, özellikle Veblen'in Avrupa kökenli olarak gördüğü "dolikosefalik (uzun kafalı) sarışın" (yani Aryan ırkı) sayesinde sahneye rekabet ve edinme -"yırtıcılık"- çıkmaya başladı:
İnsan topluluğu barışçıl vahşilikten avcı-yırtıcı bir yaşam tarzına geçtikçe ... kudretin elle tutulur delili olan ganimetler bireysel yaşantının eşyası arasında temel bir yer bulmaya başlar. Avcılığın ya da yağmacılığın andacı olan ganimetler, üstün kuvvetin delili olarak itibar görür. Saldırganlık, onaylanan eylem biçimi haline gelir ve ganimet başarılı saldırının "birinci derecede" kanıtı olarak görülür.
Yeni bir iktidar yapısı oluştu; bedensel çalışmadan (yeterince saldırgan olmadığı için) kaçınan üst sınıf zamanını savaşmakla, avlanmakla, sporla ve "ruhani görevlerle", yani dini işlerle geçirmeye başladı. Mülkiyet, kölelerle birlikte toplumun günlük angaryasını üstlenen kadınların erkekler tarafından edinilmesiyle ortaya çıktı; fakat kısa zamanda sahip olma arzusu "kişiler kadar eşyayı" da kapsamaya başladı. Mülkiyet, ihtiyaçtan çok, ötekilerden daha güçlü olduğunu gösterme arzusundan kaynaklandığı için, yararlı olandan çok, toplumsal hiyerarşi içinde rakipleri etkileyecek olan şeylere dayanıyordu. "Gösterişçi tüketim" ve "gösterişçi aylaklık", yani nesnelerin veya zamanın aşırı, müsrif biçimlerde edinilip kullanılması, toplumun merkezi değerleri arasında yerini almaya koyuldu.
Toplum ilerledikçe, sınai faaliyet başgösterdi ve avcılık güdüleri, yine varolmakla beraber, daha incelikli ve üstü örtülü hale geldi. Toplumun ideali artık "özünde saygın ve sahibini onurlandıran" bir değer olan servet birikimi olmuştu. Herkes avcı-yırtıcı güdüye maruz olduğundan, sürekli tatminsizdi: "servet edinme arzusu bireysel düzeyde pek tatmin edilemeyeceği gibi, bellidir ki ortalama ve genel düzeyde de bu arzunun giderilmesi söz konusu değildir."
Veblen, kitabının büyük bir bölümünü bu "yüksek barbar"ların servet ve rekabet kültürünün değişik yanlarını çözümlemeye ayırmıştır. Yaklaşımı serbest, yarı-antropolojik, bilimsel olmaktan çok izlenimcidir ama, kitap ilerledikçe kadınların (kölelikten süs nesnelerine ve erkek muadillerinden daha "işe yarar" olmayı arzulayan bireylere) değişen rolü ve "sanayi önderleri"nin yerini "ruhsuz" anonim şirketlerin alışı üzerine, öngörülü gözlemlerde bulunur. Müsrif ve çoğu kez zalim gördüğü bir toplumu dengeleyebilecek tek unsur olarak insanın "işçilik" -bir şeyleri yapma arzusu ve ihtiyacı- güdüsünü öne sürer. Veblen için makine, ve onu tasarlayan mühendis, daha verimli, daha az müsrif bir yaşam tarzını simgeler ve onların varlığını en iyi sürdüren toplum, işbirliğini rekabetten üstün tutar. Sonraki yıllarda, Stalin'e güvenmeyen ve Darwinizmi diyalektik materyalizme tercih eden bir Veblen'in Sovyetler Birliği'nde gelecek için bir umut ışığı görmesini böylelikle anlamak mümkündür. "Sınai verimlilik" üzerine aşağıdaki alıntı, Veblen'in Aylak Sınıfın Kuramı'nda vardığı en yüksek iyimserlik düzeyini gösterir:
Her modern topluluğun kolektif çıkarı, sınai verimlilikte yatar... Bu kolektif çıkara en iyi hizmet eden değerler ise, dürüstlük, çalışkanlık, barışseverlik, iyiniyetlilik, bencillikten kaçınma ve animistik inançları işe karıştırmaksızın, olayların akışının doğaüstü müdahalelere bağlı olduğu anlayışından bağımsız olarak sebep-sonuç ilişkisini tanıma ve öngörme alışkanlığıdır. Bu niteliklerin ima ettiği gibi sıkıcı bir insan tabiatının güzelliği, ahlaki mükemmeliyeti veya genel anlamda değerlilik ve saygınlığı hakkında fazla bir şey söylenemez; bu özelliklerin baskın olduğu bir kolektif yaşam tarzına heveslenmek için de pek neden yoktur. Ama mesele bu değildir. Modern sanayi toplumunun başarıyla işlemesi, bu özelliklerin ortaya çıktığı yerde ve insan malzemesinin bu niteliklere sahip olması halinde mümkün olur.
Aylak Sınıfın Kuramı'ndan sonra Veblen bir dizi başka kitap yazdı, üniversitelerde ders verdi ve serbest düşünceli 1920'lerin ortamında, kitap kulüpleri ve tartışma gruplarında fikirlerinin çözümlenmesiyle kısa bir süre moda oldu. Popüler veya değil, düşünce tarzı sistemsiz (Aylak Sınıf, bir dizini olan tek kitabıydı) ve kişiliği eksantrik olduğundan kendini her zaman dışarıda biri olarak gören Veblen, hiçbir zaman bir sistem kurmadığı gibi, bir düşünce okulunun kalıbına da girmedi. Belki de en etkileyici içgörüsü olumsuzdu: Tüm radikal düşünürler arasında, mal edinme içgüdüsünün yok olmayacağını gören tek kişiydi. Kapitalizmi tarihin geçici bir evresi olarak gören Marx'tan farklı olarak, bu olguyu insan tabiatının karanlık, inatçı bir yanı olarak tanımladı.
Veblen'den günümüze değişen bir şey var mı? Fazla değil. Herhalde başlıca değişiklik, bir ölçüde akılcılık ve toplumsal itidalin korunması bakımından tek umut olarak gördüğü sanayi toplumunun doğuya taşınması olmuştur. Veblen, sanayinin olmadığı yerde, avcı-yırtıcı güdülerin serbest kaldığını ima etmiştir. Nitekim olan da aşağı yukarı budur. Amerika için bile olağandışı bir açgözlülüğün sergilendiği 1990'lı yıllarda, insanların somut varlıklar yerine soyutlamalara (mantar misali çoğalan .com şirketleri gibi) yatırım yaptığı, bazılarını diğerlerinden ayırt eden bir unsur olarak ünlülüğe duyulan saplantı, daha fazla mal edinmek çabası içindeki Amerikalıların altına girdiği emsali görülmemiş borç yükü, Veblen'in modeline tamı tamına uyan olgulardır. Amerika'da spordan okullara, sanattan tıbba her şeyin şirketleşmesi de Veblen'in öngördüğü bir başka gerçekliktir. Küresel kapitalizm yoksul ülkelerin yaşam düzeyini yükseltme vaadinde bulunmuşsa da, gerçekte görülen, Veblen'in eleştirisine hedef olanlardan daha az açgözlü olmayan "soyguncu baron"ların yükselişidir.
En azından Amerika'da, en ilginç değişiklik bizatihi aylak sınıfın bile "orta"ya kaymasıdır. Örneğin okullar Veblen'in zamanına göre sınıfsal anlamda çok daha az seçici hale gelmiştir; üniversite öğrenimi ne kadar pahalılaşmış olsa da, orta sınıf aileler çocuklarını Harvard gibi okullara göndermek için muazzam borçlar yüklenebilmektedir. Zanaatkârlar ve hizmetkâr sınıfları büyük ölçüde yok olduğundan, günümüzde zenginlerin ve o kadar zengin olmayanların yaşam tarzları eskisi kadar farklı görünmemektedir. İnsanlar bir zamanlar zengin ve ünlülere özgü olan tenis oynamak, tekneyle gezmek, özel uçakla uçmak gibi boş zaman etkinlikleriyle uğraşabilmektedir. Ülkenin yarısından fazlası, liderleri "aylak sınıfı" gururla temsil eden bir siyasal partinin ülkülerini paylaşıyor gibidir ama aylak sınıfın kendisinin aylaklıkla geçirebileceği boş zamanı pek kalmamıştır artık. Amerika'da onlar kadar sıkı çalışan başka bir grup yoktur. Max Weber bunu Protestan etiğine yorardı belki, ama bana kalırsa Veblen'in görüşü bu olguyu daha isabetle açıklıyor: Eskiden üst sınıfa özgü, zevk için yapılan boş zaman uğraşlarının "avamlaşacak" derecede demokratikleştiği bir çağda, "ustalıklı saldırganlıktan, bununla ilişkili etki gücünden ve insafsızca tutarlı bir statü anlayışından" daha büyük bir zevk olabilir mi?
Ne var ki bunların hiçbiri mutlu etmeye yetmiyor insanı. Roma'nın son günlerini çağrıştıran garip, saldırgan demokrasimizin keyfini çıkarmak şöyle dursun, birbirimizden o denli yalıtılmış bir hale geldik ki, Veblen'in sanayi toplumunda bir olasılık olarak gördüğü, "bencilliğin olmadığı" bir kültür uzak bir hayal gibi geliyor. Kişisel tecrübemden söylüyorum. Bana kalan mirasla başka bir şeyler yapabileceğim, günler sonra aklıma geldi: Bir kısmını hayır amacıyla bağışlayabilirdim mesela.
Published 2004-07-22Original in EnglishTranslation by Osman Deniztekin
Okuma Parçası 2: Internet: Yönelimler, Olasılıklar
Internet: Yönelimler, Olasılıklar
Funda Başaran
...Son yıllarda bilişim ve iletişim teknolojileri, zaman, mekan ve coğrafi uzaklık faktörlerinin yarattığı sınırlılıkları ortadan kaldırmayı; ses, görüntü, hareketli görüntü ve veri biçimindeki tüm enformasyon aktarımlarını tek ve esnek bir ağ içinde bütünleştirmeyi mümkün kılacak bir biçimde gelişti. Bu gelişmenin bir boyutunda sayısallaşma, uydu, fiber optik kablolar gibi gelişmelerin, iletim kapasitelerini artırması ve maliyetleri azaltması gibi niceliksel dönüşümler, diğer bir boyutunda ise telekomünikasyon ve bilişim teknolojilerinin yakınsaması sonucunda, "kitle iletişimiyle, noktadan noktaya iletişim hizmetlerinin içiçe geçmesi" sonucu ortaya çıkan yeni iletişim teknolojileri, yani nitel değişimler var.Günümüzün tüm siyasi ve toplumsal tartışma konuları yeni iletişim teknolojileri ile birlikte ele alınıyor. Yaşanan değişimler, tüm toplumsal grupların ve kurumların, politik, toplumsal ve ekonomik beklentilerinin, giderek yeni iletişim teknolojilerinin gelişimi ile ilişkilenmesine neden oluyor. Yeni iletişim teknolojilerinden küresel düzeyde dünya ekonomisini daha rekabetçi ve verimli hale getirmesi; gelişmişlik farklarını kapatarak dünya ülkelerini eşitlemesi; dünya iletişimini herkes için erişilebilir, hızlı ve etkin kılması bekleniyor. İletişim ve bilgisayar teknolojilerindeki gelişmeler ve kullanımlarının yaygınlaşması, endüstri toplumunun taşıdığı tüm eksikliklerin giderileceği yeni bir toplumsal yapının kurucu unsurları olarak tanımlanıyor. Öte yandan yeni iletişim araçları, geleneksel medyada yer alamayan toplumsal grupların da örgütlenme, eğitim ve kendilerini kamuoyuna anlatmak amacıyla kullanım olanakları nedeniyle gündemine giriyor ve bir muhalefet platformu olarak işlevleri tartışılıyor. Yeni iletişim teknolojilerinin, tüm bu iddia ve beklentileri gözardı etmeksizin ele alınması; potansiyellerinin ve sınırlılıklarının ortaya koyulması; ekonomik, toplumsal ve politik değişimlerle ilişkilerinin tartışılması ve bunun Türkiye'deki yansımalarının açığa çıkartılması ise, önümüzde önemli bir gereksinim olarak duruyor. Öncelikle yeni iletişim teknolojileri derken neden bahsettiğimiz konusunda ortaklaşmalıyız. Yeni İletişim Teknolojileri, hem kullanıcılar arasındaki, hem de kullanıcılar ile enformasyon arasındaki karşılıklı iletişimi, içlerinde bulunan mikro-işlemcilerle sağlayan veya geliştiren iletişim araçlarıdır. Tanımı bir yana bırakırsak, zamansal olarak yeni ortaya çıkmış olan her iletişim teknolojisi yenidir. Telgraf, radyo, televizyon gibi teknoloji ile iletişimin bütünleştiği tüm araçlar, ilk ortaya çıktıklarında yeni olarak adlandırılmışlardır. Ancak tanıma dönersek, "yeni iletişim teknolojileri"nin temel özelliği zamansal olarak yeni olmaları değildir. Aslında yeni iletişim teknolojileri, tam da bugüne kadar iletişim ortamına rengini kazandıran ve iletişim diye bir alanın oluşmasına neden olan, hatta diyebiliriz ki, iletişim alanı ile sosyoloji, psikoloji, siyaset bilim gibi alanların ilişkilenmesine neden olan kitle iletişim teknolojileri karşısına konuldukları için yenidirler. Kitle iletişimi iki temel özellik ile tanımlanır: "1) kitle iletişimi nüfusun büyük bir kesitine yöneliktir. 2) Mesajın nüfusun büyük bir kesitine ulaşabilmesi için teknik araçların kullanılması gerekir." (Broadcasting kavramı da buradan doğmaktadır)Bu tanımın dışında olan iletişim araçlarının tarihi de, en az bu araçlar kadar hatta daha eskidir... Bunlar, telefon, telgraf, teleks gibi araçlardır. Bu araçlar bugüne dek, iletişim araştırmacılarının dikkatini çok fazla çekmemiş olan ve noktadan noktaya iletişim olarak adlandırılan araçlardır. Hemen belirtmeliyiz ki, bizim yeni iletişim teknolojileri diye adlandırdığımız ve kitle iletişiminden farklılığı ile tanımlıyor olduğumuz araçlar işte bu bugüne dek iletişim araştırmacılarının dikkatini çekmeyen altyapılar üzerinde şekillenen araçlar durumundalardır. Toplumsal değişim, iletişim araçlarının gelişimine bakarak anlaşılabilir. Her iletişim aracının, örgütlenme ve enformasyonu denetleme açısından bir yanlılığı olduğunu Innis, 1030'larda iddia etmiştir. Innis'e göre, taş ve kil ağır ve kalıcı olmaları nedeni ile, kullanıldıkları toplumları zaman üzerinde yayan, öte yandan taşınması kolay iletişim araçlarının kullanıldıkları toplumları coğrafi olarak yayan özelliklere sahiptir. Innis'e göre, tüm modern iletişim araçları ki, burada özellikle telgrafdan bahsedilmektedir, uzam yanlıdır ve bu anlamıyla kapitalist toplumun karasal yayılımını ifade etmektedir. Aslında iletişimin hangi yolla sürdürüldüğü, tarihsel dönüşümler açıklanırken genellikle üzerinde durulan dinamiklerdir. Örneğin, aydınlanma olarak isimlendirilen tarihsel dönüşümün dinamikleri tariflenirken, matbaa ve bu hızlı metin çoğaltma teknolojisine ayrıcalıklı bir önem atfedilir. Metinlerin matbaa sayesinde kolaylıkla çoğaltılması, gerçekten de bilgiye erişme ve bilgiyi evrenselleştirme noktasında önemli imkanlara yolaçmıştır. Özellikle son iki yüzyıldır, olan biten bütün önemli şeylerin, tüm toplumsal olayların bu imkanlarla olan ilişkisini kimse reddedemez.Ancak reddedilemeyen diğer bir gerçek de, basılı metinden, kablolu televizyona kadar bütün bilgi çoğaltma ve dağıtma kanallarının tek taraflı olduğudur. Bilginin özgürleştirici niteliği, bu tek taraflılığın yarattığı eşitsiz ilişki ile birleştiğinde önemli bir kırılmaya uğramakta ve ortaya etkin bir denetim aracı olarak geleneksel medya çıkmaktadır. Bir denetim aracı olarak medya üzerindeki iktidar mücadelesinin keskinliğindendir ki, bugün özellikle TV-Radyo gibi iletişim araçlarında, ya da dağıtım ile egemenliklerini sağlamış olan günlük gazetelerde sermaye ve egemenler dışında hiçbir kesim kendini ifade etme olanağına sağlıklı bir şekilde sahip değil. Oysa, gelişmiş bilgisayar ve iletişim olanaklarının birlikte kullanımı sonucunda ortaya çıkan yeni iletişim araçları sahip oldukları özellikler ile, geleneksel iletişim araçlarının tersine bu iktidarı aşılabilir hale getiriyor. İki yönlü-yatay iletişime basın yayın ve Radyo-Tv gibi iletişim araçlarından daha fazla olanak tanıyor olmalarından kaynaklı olarak iletişim etkinliğinin yeni iletişim teknolojileri sayesinde değişiyor olduğu düşüncesi, geleneksel iletişim araçlarında temsil edilmeyen tüm kesimleri umutlandırıyor. Bu umutlar aynı zamanda, küreselleşmenin kültürel aynılaştırılıcığına karşı direnme ve herşeyin ticarileştiği bir dünyada bilgiyi ticari olmayan bir biçimde paylaşma gereksinimi ile eklemlenerek, işçilerin, insan hakları savunucularının, etnik grupların ve sistem karşıtlarının dünya çapında stratejiler geliştirme ve uluslararası inisiyatifler oluşturma çabalarını şekillendiriyor. Yeni iletişim araçları deyince herkesin aklına öncelikli olarak gelen internet ise, farklı toplumsal grupların farklı beklenti ve planlarına kaynaklık eden bir araç durumunda... Girişimciler enformasyonun ticari bir metaya dönüştürülmesi sürecinde internet?i temel bir araç olarak değerlendirirken, sendikalar, gönüllü kuruluşlar, akademisyenler, çalışmalarını, raporlarını internet?te serbestçe yayınlayabiliyorlar. Egemenler internet?i egemenliklerini pekiştirecek bir araç olarak kabul ederken, ezilenler ve sömürülenler adına mücadele veren gruplar internet?i uluslararası dayanışma ortamı olarak kullanıyorlar. Büyük şirketler internet?in yarattığı olanaklarla yazılım birimlerini azgelişmiş bölgelere kaydırarak ucuz işgücü sağlarken, işçi örgütleri sermayeye karşı verdikleri mücadelede internet?i bir dayanışma ve eğitim aracı olarak kabul ediyorlar.Gerçekten de İnternet, geleneksel iletişim araçlarının pek çok kısıtlılıklarını, engellerini, sorunlarını aşan alternatif bir iletişim ortamı. Geleneksel iletişim araçlarından farklı olarak sahip olduğu etkileşim olanağı, herkesin iletişim sürecinde hem alıcı hem de yayıcı olabilmesi, gazeteden TV?ye, radyodan mektup ve telefon haberleşmesine kadar neredeyse varolan tüm iletişim araçları yerine ikame edilebilir olma özelliği, öte yandan görülür bir sansür ve kontrol mekanizmasının olmayışı, internet?in normalde sesini pek az duyurabilen, geleneksel iletişim kanallarında genellikle dışlanan gruplar tarafından keşfedilmesine neden oldu. Her ne kadar internetin ortaya çıkışı Amerikan Federal Hükümeti Savunma Bakanlığı'nın araştırma ve geliştirme kolu olan DARPA-Defence Advanced Research Project Agency kurumuna dayansa da, gelinen noktada sadece bir bilgisayar ve modeme sahip olarak, düşler ve düşünceler yazılı, sesli ya da görüntülü olarak, tüm dünya ile paylaşılabiliyor. En ayrıntı düzeyindeki bilgilere ulaşılabiliyor. Ve tüm bunları gerçekleştirirken henüz teorik olarak herhangi bir sansür ile karşılaşılmıyor.İnternet?in toplumsal ve politik dinamiklerini açıklamak için, başlangıçta pek çok araştırmacı Amerikan Western filmlerindeki ?batı? metaforuna başvuruyordu. Bu filmlerde yalnız, biraz da maceracı kahramanın toplumdan ve onun gerekliliklerinden kaçmak üzere yöneldiği ?batı? gibi, internet?in sunduğu sanal alan ?boş?, ?kanunsuz? ve bu nedenle de özgürlükler ülkesi olarak tanımlanıyordu. İnternet üzerinde yaratılan ?sanal alan?, yeni toplumsal formasyonlara, yeni yurttaşlık biçimlerine, yeni mekanlara ilişkin farklı yaklaşımlara zemin oluşturuyordu. Hala da bu tür görüşler ortaya atılıyor. Ancak ?yeni batı?nın bu denli ?sahipsiz? ve hemen hemen ?kanunsuz? oluşunun temel nedeni, ortaya çıktıktan sonra, uzunca bir süre geleneksel medya ve telekomünikasyon aristokrasisi tarafından farkedilmemiş olmasıydı.Konumuza dönersek, internet yarattığı olanaklarla, pek çok düşü gerçekleşebilirmiş kılıyor. Ancak internet'in yarattığı olanakların ne kadar daha kullanılabileceği sorusu, internette yaşanan gelişmelere baktığımızda gündeme gelen en önemli soru. Bu sorunun cevabına temel oluşturması açısından internet'in günümüzde nasıl şekillendiğine ve nereye evrildiğine bakmamız gerekiyor. İnternet'te surf yaparken karşımıza sıkça çıkan reklamlar ticaretin sadece bir ayağını oluşturuyor. Reklamlar, tüm internet kullanıcılarını, tüketici olarak algılamanın ötesinde birer metaya dönüştürüyor. Çünkü, internet sitelerinin, kaç sörfçünün siteye uğradığını gösteren sayaçları aynı zamanda o siteye verilen reklamın bedelini de belirliyor. Üstelik bu reklamlar, bildiğimiz geleceğe yatırım yapan reklamlardan da bir farklılık içeriyor. İnternet'te ticarileşmenin diğer bir unsuru olan elektronik ticaret ve hiper materyalin, başka sunucularda tutulan başka materyallere de bağlanma özelliği, internet reklamlarına anında alış-veriş'e dönüşme gücü veriyor. Yani, bugün "egemenler" internet'in olanaklarının çok daha fazla farkında? Ve internet'in gelişiminde en etkin eğilim, internetin bir tüketim ortamı olarak yeniden kurulması? Geleneksel medya olarak tanımladığımız gazete, TV ve Radyo arasından internete kendisini değilse de, tarihsel pratiğini en çabuk aktaran geleneksel medya ortamı TV oldu. Elbette bu bir tesadüf değil? Bu tarihsel pratiği, hem belli tür ve biçimsel kalıplar olarak internet'te izliyoruz, hem de kurumsal kimlikler alanında bu kendini gösteriyor. Bu durum tamamen TV'nin ekonomik temeli ile ilgili? Ticarileşme ve ağ yapısı televizyonun ekonomik temeli konusundaki iki temel kavramı oluşturuyor. Bu iki kavram, TV'de belli içeriklerin yoğunlaşmasını ve bu içeriklerin üretiminin merkezileşmesini beraberinde getiriyor. Bu da, yerel ve kar amacı gütmeyen TV yayıncılığını zayıflatan ve pazar güçlerinin TV endüstirisi üzerindeki egemenlik alanını genişleten bir durum olarak karşımıza çıkıyor. İnternet alanına, TV programcılığı mantığının taşınması, internette de aynı sonucu gündeme getiriyor. 1997 sonrasında, televizyon endüstrisinin dev şirketlerinin, bu iki ortamı bağlantılandırma ve birinin izleyicilerini diğerine aktarma çabaları günümüzde meyvelerini vermekte. Tabii ki, bütün bu çabalar, sermaye açısından televizyonun en temel işlevlerinin, tüketimi yönlendirme ve ideolojik manipülasyon işlevlerinin belli biçimlerde ve özellikle internetin ortaya çıkışı sonucunda aşınması ile ilgili. Televizyon programları arasında zap yapma, sadece belli zamanlarda TV seyretme, videonun yaygınlaşması ve internet, zaten reklamcıları yeni reklam ortamları aramaya yöneltiyordu. Tüketimi yönlendirme konusunda ortaya çıkan sorunların çözümü için, interaktif teknolojileri kullanmak gereğine, doğrudan tüketici tepkisini karşılayabilecek bir yapıya gidilmesine, demografik kesimlerin değil, bireysel hanelere ulaşılmasına, vs. dikkat çekilirken aslında tam da internet ortamı tarif edilmekteydi. İnternet'in 1997'den itibaren bu kesimler tarafından keşfedilmesi ile birlikte ticari istila başladı ve kısa sürede internet reklam ajanslarının üzerinde kampanyalar ve stratejiler belirlemeye çalıştığı bir alan haline geldi. Ve internet'te reklam denemelerinin başlamasıyla birlikte, bilim adamlarının araştırma alanı, şirketlerin reklam panolarına dönüşmeye başladı. Öncelikle, internet'i ticari işlemlere uyumlu hale getirme çabaları gözlendi. İnternet üzerinde gerçekleşen ticari işlemlerde özellikle kredi kartlarının kullanılabilmesi için gereken güvenlik standartları geliştirildi. Kredi kartlı ödemeler yanında internette finansal transferlerin de güvenlik içinde yapılması için şifreleme teknikleri oluşturuldu. Tüketicilerin, kredi kartları ile elektronik alışveriş yapmaktan güvenlik nedenleri ile korkmalarına rağmen, 1997 boyunca 6.5 milyon kişi, 23.4 milyon online kredi kartı kullanımı gerçekleştirdi. Tabii, bu arada, internet üzerindeki tüketici davranışları ve ilgileri de önemli bir konu olarak şirketler için araştırılmaya başlandı.1996'da ortaya çıkan push teknolojileri, doğrudan reklamcıları ilgilendiriyor ve internet izleyicilerini toplama ve stabilize etme amacına dayanıyordu. Belli bilgiler, ya da daha doğru bir deyişle reklam, doğrudan internete bağlı kullanıcının ekranına ulaşıyordu. Başlangıçta reklamcılar arasında bu konuda ciddi bir hareketlilik yaşandı. Browser programlarını üreten şirketler de kendi programlarını buna uygun hale getirdiler. Ancak kısa süre sonra bu yöntemin, izleyiciye ulaşmak için anlamlı bir yöntem olmadığı ortaya çıktı. Kullanıcıların büyük bir bölümü, bundan hoşlanmıyordu. Sonunda push teknolojileri, sadece belli bir takım ürünler için kullanılmaya başlandı. İzleyiciyle, belli web servisleri arasındaki ilişkiyi stabilize etmek içinse yeni yöntemler aranmaya başlandı. Bu arada otomatik ilk sayfalar gündeme geldi. Internet explorer ya da netscape kendi browser yazılımlarını kullananların otomatik ilk sayfa olarak kendi sayfalarına ulaşmalarını sağlıyor ve böylece ilişkinin sürekli ve değişmez kılınmasına çalışılıyordu. Bir diğer sıklıkla ziyaret edilen site türü de arama motorlarının sayfalarıydı. Ayrıca, ücretsiz e-mail olanağı, bir takım özel içerikler, oyun ve alışveriş olanağı sağlayan siteler büyük oranda hit alıyorlardı. Böylece bu tür sayfalar reklam pastasından büyük paylar almaya başladı. Diğer taraftan, ücretsiz web sayfası sağlayan siteler de, kendi makinalarında ücretsiz tutulan web sayfalarına banner ya da reklam bantları girerek bu sürece katıldılar. Böylece internet reklamcılığında yeni genre'lar oluşmaya başladı. Ayrıca, web içeriklerinin kimleri hedef aldığına bağlı olarak da reklam için tercih edilen siteler farklılaşmaya başladı. Reklamcılığın her medyanın toplumsal amaçlarını zaptedip, onu yeniden düzenlediğine dair elimizde pek çok kanıt var ki, bunlar örgütlenmesini, içeriğini ve izleyicilerle ilişkilerini etkileyen bir süreci yaratıyor. Bu sadece etik yoksunluğu veya yönlendirici sistematiğin hatalı standartları sorunu değil. Reklamcılar tüm medya maliyetlerinin önemli bir oranını ödemeye başladıklarında, izleyici ilişkilerinde sınırlamalar ve baskılar yaratan ortamın gündelik bilincine egemen hale geliyorlar. Bu ilişki tarzı, reklam verenlerin içerik üzerindeki belirleyici ve yaygın, ancak görülür olmayan etkilerini gündeme getiriyor. Bu etki, sadece belirli konuların içerikten dışlanması biçiminde değil, reklam verenlerin içeriğin karakterini de belirlemesine kadar uzanıyor. Eğer varolan eğilim anlamlı bir biçimde kesintiye uğratılmazsa, internet kar arayan şirketlerin belirlediği, ticari tüketim ortamı haline gelecek. İnternet üzerinden alışveriş, danışmanlık, pazarlama ve bankacılık uygulamaları giderek yaygınlaşıyor. New York Times?a göre, 1996 sonunda elektronik ticaretin hacmi 500 milyon dolara ulaşmış durumda ve 2000 yılına kadar dünya çapında 70 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Bu rakamlar aynı zamanda enformasyonun özelleştirilmesi eğilimini de ortaya koymakta. Bunun son derece şekillenmiş bir örneği, ABD'de "intellectual property right" olarak anılan kavramın yasalara girmiş olmasıdır. Türkiye'de "fikir hakları" olarak anılan düzenleme, henüz ABD'deki kadar sınırları çizilmiş ve belirginleşmiş bir uygulama değilse de, bunun embriyo halidir ve bilgi-enformasyon üzerinde kişilerin ya da şirketlerin mülkiyet hakkı talep etmesini garanti altına almaktadır. Bu durum, pek çok araştırmacı tarafından açıkça "bilginin metalaşması" olarak adlandırılmaktadır. Enformasyon ağları üzerinde, "bilgi özgür olmak ister" diye ifade edilen sloganı savunan kesimler olmasına rağmen, enformasyonun ticarete konu olması ve şirketlerin enformasyon üzerinde hak talep etmesi anlamına gelen bu düzenleme, bugün Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) toplantılarına konu olmakta ve yeni ekonomik düzenin, ya da bir başka deyişle neo-liberalizmin önemli bir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda yeni iletişim teknolojileri, özellikle de internetin üzerinden akan büyük miktardaki enformasyonun toplumsal bir eşitliğe neden olmayacağı savı, sadece neo-liberal politikaların tüm alanlar gibi iletişim alanını da egemenliği altına almış olmasına dayandırılarak değil, aynı zamanda enformasyon tam da ekonomik neo-liberalizm boyutunda önemli bir bileşen haline geldiğinden, sıkça ileri sürülmektedir. Özellikle de bazı toplumsal kesimlerin eğitim ve iletişim ortamlarından yalıtılmak suretiyle, enformasyon yoksulu haline geleceği fikri son dönemlerde yaygınlık kazanmaktadır (Schiller, 1999:140; Murdock ve Golding: 1989: 180). Günümüzde, enformasyonun bir dizi önemli özelliği olduğuna dikkat çekilmektedir. Bir meta olarak enformasyonun özelliklerine baktığımızda, öncelikle enformasyonun kullanıldığında tükenmiyor olmasına vurgu yapıldığını görürüz. Hatta enformasyon, kullanıldığında tükenen değil, tam tersine kullanıldıkça artan bir meta niteliğindedir. Bunun dışında, tüm diğer mal ve hizmet üretim süreçlerinde enformasyon asıl girdi durumundadır. Bu da enformasyonu, tüm diğer mallardan daha değerli kılan bir özelliktir. Ancak diğer mal ve hizmetlere göre, üretiminin zor ve pahalı olması, bunun yanında yeniden üretim maliyetlerinin düşük olması da, pazar ekonomisi içerisinde bir meta olarak dolaşan enformasyonun başlıca özelliklerindendir. Öte yandan, pazar ekonomisinin mantığına uygun olmayan bir dizi özelliğe de sahiptir. Öncelikle, enformasyonun kullanılınca tükenmeyen bir özelliğe sahip olması, pazar koşullarında enformasyonun gerçek üretim ve gerçek ücretlendirme koşullarını ortadan kaldıran bir özelliktir. Bu özellik aynı zamanda enformasyon tüketicilerinin, ilk üreticinin aleyhine pazara üretici olarak girmesine neden olur. Her ne kadar bu biçimde enformasyonun artan üretimi ve enformasyon birikimi, toplum yararına bir özellik olsa da, enformasyonun bir meta olarak pazarda dolaşımını zorlaştırır. Öte yandan enformasyon ürünlerinin, fiyatları ile ölçülemeyecek denli pzitif etkileri de vardır. Özellikle de eğitim gibi alanlarda, süren özelleştirmeler ile metalaşma süreci hızlandırılan enformasyon, bu anlamıyla hiç de sadece parasını alarak satın alana özel değil, o eğitim hizmetinden yararlansın ya da yararlanmasın tüm toplum yararınadır. Çünkü, enformasyonun toplumsal gelişme noktasında önemli getirileri olduğu gibi, toplumsal refahı artıran sonuçları da vardır. Ayrıca bütünsel ve parçalanamaz olma özellikleri de pazar mekanizmaları açısından enformasyonu uyumsuz bir meta haline getirir. Bunların yanında, yine enformasyon ekonomisi literatüründe enformasyonun şu özelliklerine dikkat çekilir: bir ölçek ekonomisi olması, yani enformasyon üretiminin hacmi arttıkça maliyetinin düşmesi, öte yandan hacmi küçüldükçe ve üretici sayısı arttıkça maliyetinin artması durumu; üretiminde belirsizlikler ve riskler olması; elle tutulamazlığı ve manevi değerinin maddi değerinden büyük olması; üretim maliyetine göre, dağıtım maliyetlerinin genellikle daha büyük olması, dağıtımının genellikle büyük ve pahalı altyapılar gerektiriyor olması. Ayrıca, enformasyonun Genel refaha içkin olması; düşünce özgürlüğü ve haber alma özgürlüğü gibi tarihsel kavramlara içkin olması da, enformasyonunun bir meta olarak değerlendirilmemesi gereğini ortaya çıkartan özellikleridir. Küresel iletişim ağlarının kullanımının, sadece medya alanına özgü değil, tüm bir ekonomiye yaygın olması, yukarıdaki özellikleri daha da önemli hale getirmiştir. İletişim ağları üzerinde, mekansal olarak yaygınlaşan ekonomik uygulamalar -finans, bankacılık, turizm gibi hizmetler yanında, üretim- açısından enformasyona erişim ve enformasyon paylaşımı, eskisinden daha stratejik bir unsur haline gelmektedir. Gelişen enformasyon teknolojileri, enformasyonun üretilmesi, dağıtılması, paylaşılması ve depolanması yöntemlerinde önemli değişikliklere neden olmuşlar ve kağıt dökümantasyon sisteminden çok daha ucuz yöntemleri şirketlere sunmuşlardır. Enformasyonun ekonomik uygulamalar içerisinde bu kadar stratejik hale gelişi, enformasyon mülkiyetini gündeme getirir. Enformasyon mülkiyeti bugün son derece önemli hale gelmiş, ancak iletişim ağlarının yaygınlaşması da, bu önemli hale gelen olguyu aynı derece de önemli bir sorun haline getirmiştir. Çünkü sayısal ağlar yaygınlaştıkça, enformasyon mülkiyeti-özel enformasyon mülkiyeti de tehditlerle karşılaşmaktadır. Elektronik ticaret, elektronik bankacılık gibi uygulamalar sırasında iletişim ağları üzerinde dolaşan enformasyonun güvenliği, bugün son derece önem kazanmakta ve teknolojik araştırmalar yanında, yasal düzenlemeler ile de çözülmeye çalışılmaktadır. Aslında uzun bir geçmişi olan fikir mülkiyet hakları/telif hakları, ya da intellectual property right, tam da bu tehditleri bertaraf etmek için geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Telif hakları kavramı, enformasyon üzerinde birlerinin hak iddia etmesini mümkün hale getiren bir olgu olmanın yanında, bu hakların sayısal dünyaya aktarılması ve bugün aldığı biçim, basitçe bir güncellemenin ötesinde daha derin anlamlar taşımaktadır. Fikir mülkiyet hakları, kapitalist gelişmenin başlarında, İngiltere'de çıkartılan "çitleme yasaları" ile benzeştirilmektedir. 1760-1830 yılları arasında getirilen ve "Çitleme Yasaları" olarak anılan bir dizi düzenleme, İngiltere'de çoktandır esas olarak pazar için üretim yapıyor olsa da, tarım alanında kalmış bulunan kollektif köy ekonomisinden kalma unsurların temizlenmesi anlamına gelmiştir. Topraksız ya da küçük toprak sahibi köylüyü çalıştıran ve kiracı çiftçiler tarafından ekilen geleneksel olarak köylülerin ortak mülkiyetindeki topraklar, bu yasal düzenlemelerle görece az sayıda toprak lordunun elinde toplanmıştır (Hobsbawn, 2000, 40). Bu benzetme ile, fikri mülkiyet hakları ya da telif hakları adıyla geçmişten bu yana uygulanan, ancak özellikle son yıllarda uluslararası anlaşmalara konu olan düzenlemelerin de, her ne kadar başından bu yana meta nitelikleri gösterse de enformasyon alanında kalmış bulunan ortak mülkiyet-kamu mülkiyeti kırıntılarını temizleyerek, enformasyon alanını tamamen özel mülkiyet alanı haline getireceği iddia edilmektedir.Bu da internet?in ve üzerinde taşınan enformasyonun tamamıyla ticaretin kanunlarının egemen olduğu bir alan olmaya hızla yaklaştığının ifadesidir. Yani, internetin başlıca özellikleri -etkileşim ve onun doğrudan ve çift yönlü ilişkiler kurmak için kullanılması, bu arada mutlaka eklenmeli benzersiz izleme ve gözlem kapasitesi- egemenler açısından etkileyici reklam, yönlendirme ve denetim biçimleri haline getirilmiş durumdadır ve üzerinden akan enformasyonun piyasa kurallarına tabiliğinin artması, interneti bütünüyle bir sanal pazar haline getirecektir. Öte yandan internet yazılım ve donanımlarının oluşturduğu pazarın giderek büyüyor. Kullanıcı sayısı günden güne hızla artarken, internet servis sağlayıcıları ve altyapı sağlayıcıları da karlarını artırmak için yeni teknolojik olanakları araştırıyor ve yeni yatırımlar yapıyorlar. Bu yatırımların maliyetleri internet kullanıcılarına daha yüksek erişim maliyeti olarak yansıyor, yani son kullanıcılar için internet?te ?surf? yapmanın maliyeti hızla artıyor. Bugün, İnternet?te yaşanan bu ticarileşme dışında erişimdeki eşitsizlikler de önemli bir sorun teşkil ediyor. Bir kişisel bilgisayar ve bir modeme sahip olarak bilgiyi paylaşmak mümkün olsa da, bu donanıma sahip olmanın bir maliyeti var. Ayrıca internet?in yarattığı olanaklardan verimli bir şekilde yararlanabilmek için bu donanımı kullanabilme yetisine sahip olmak ve ingilizce bilmek gerekiyor. Tüm bu gereklilikler, dünya nüfusunun büyük kısmının intenet?te yaratılan ?sanal alan?dan dışlanmış olduğu anlamına geliyor. İnternet kullanıcıları, dünya nüfusunun iyi eğitim almış ve maddi olanakları olan seçkinlerinden oluşuyor. Dünyanın azgelişmiş bölgelerinde bir telefon hattına bile sahip olmanın güçlüğü düşünüldüğünde, internet?in ?mutlu azınlığa? hizmet eden bir araç olduğu görülebiliyor. Tüm bunlar ise son yıllarda ?digital divide? tartışmalarının, küresel ekonominin başlıca aktörleritarafından önemli bir tartışma konusu haline gelmesine neden oluyor. Tıpkı yoksulluğa uygulanmasını önerdikleri ekonomik politikalarla neden olan Dünya Banası başta olmak üzere birtakım küresel yapıların, yoksulluğa karşı bir takım programları kendi gündemlerinin en başına yerleştirmeleri gibi. Diğer yandan, internet?in sistem karşıtı güçler tarafından, yöneten sınıfların planlarını bozacak tarzda kullanılması karşısında, kapitalist sistem kendisini savunmanın yollarını arıyor. Sisteme karşı mücadele eden odakların medyayı verimli bir şekilde kullanma olasılığına karşı hep uygulanan sansür yasaları, ABD?de, Almanya?da, Japonya?da gündeme giriyor. Ya da gizli sansür denebilecek bir takım uygulamalara ve baskılara özellikle 11 Eylül sonrasında güvenlik gerekçesi ile ulus devletlerin daha fazla itibar etmeye başladıkları görülüyor. Türkiye'ye baktığımızda da, karşılaştığımız tablo pek umutlu değil. Türkiye?de kurulu bulunan bilgisayar adedinin Tübitak tarafından gerçekleştirilen enformasyon teknolojisi envanteri çalışmasına göre, 1997'de 1 milyon 141 bin 581 olduğu ve bu kişisel bilgisayarların iyimser bir tahminle üçte ikisinin iş çevrelerince kullanıldığı; modem sayısının ise yine aynı çalışmaya göre 310 bin 948 olduğu ve yine iyimser bir tahminle aynı oranda iş çevrelerince kullanıldığı düşünülürse internet?in yaygın olarak kullanılan bir iletişim ortamı olmadığı, daha çok iş çevreleri yani sermaye ve seçkinler tarafından kullanıldığı rahatlıkla söylenebilir. Son yıllarda gerçekleştirilen büyük reklam kampanyaları ile bu oranın bir kaç katına çıkmış olması ve en yoksul mahalleler ve en ücra kasabalara kadar internet kafeler aracılığı ile ulaşmış olması ise, interneti hiç bir şekilde bir seçkinler ortamı olmaktan kurtaramıyor. 1998 yılının erişim istatistikleri, Türkiye'den en çok hit alan web sayfalarından ilk onaltı arasında altı tane sex sitesi olduğunu ortaya koyuyor. Geri kalanını ise, com uzantısına sahip olan ABD merkezli ticari web siteleri oluşturuyor. Bu durum, internetin yaygınlaşmasının anlamını da ortaya koyar nitelikte? İnternet bir "eğlence" ve "ticaret" ortamı olarak yaygınlaştırılıyor. Yani, egemenlerin çıkarlarına en çok hizmet eder biçimde? Ancak bütün bunlar, internetin alternatif kullanımlarının olamayacağını söylemek anlamına gelmiyor. Sadece, yeni iletişim teknolojilerinin eğitim, örgütlenme ya da başka bir alternatif faaliyetin yürütülmesi konusundaki dünyada süregiden çabaların gözönüne alması gereken ve uzun dönemli stratejilerini oluştururken değerlendirmesi gereken veriler. Ancak kesinlikle, hemen kabullenilip, uyum sağlanacak bir sonuca da neden olmamalılar. Tüm iletişim araçları bir eğitim aracı, bir dayanışma aracı, bir mücadele aracı olmanın yanında, mücadelenin konusu olarak da düşünülmek zorunda. Bilginin metalaşması ve paralı eğitime karşı kamusal eğitim hizmeti, sansür ve baskı yasalarına karşı düşünce ve ifade özgürlüğü talepleri ile birlikte, bu taleplerin ayrılmaz bir parçası olarak iletişim özgürlüğü ve iletişim olanaklarından eşitçe yararlanma hakkını da savunmak gerekiyor. Liberalizmin yalnızlaştırıcı etkilerine karşı önemli bir mevzi olan ve küreselleşen kapitalist sisteme karşı emeğin ve alternatif güçlerin de küreselleşmesinin olanaklarını yaratan yeni iletişim araçlarının önemi yadsınmamalı ve özgür iletişim olanağı savunulmalı ve kullanılmalı. Gerçek yaşamda sürdürülmeye çalışılan mücadeleyi, bilgisayar ağlarında oluşan sanal alanda, telekomünikasyon ağlarında cisimleştirmek belki de klasik mücadele yöntemlerinin çok ötesine erişilmesini sağlayacak.
Funda Başaran
...Son yıllarda bilişim ve iletişim teknolojileri, zaman, mekan ve coğrafi uzaklık faktörlerinin yarattığı sınırlılıkları ortadan kaldırmayı; ses, görüntü, hareketli görüntü ve veri biçimindeki tüm enformasyon aktarımlarını tek ve esnek bir ağ içinde bütünleştirmeyi mümkün kılacak bir biçimde gelişti. Bu gelişmenin bir boyutunda sayısallaşma, uydu, fiber optik kablolar gibi gelişmelerin, iletim kapasitelerini artırması ve maliyetleri azaltması gibi niceliksel dönüşümler, diğer bir boyutunda ise telekomünikasyon ve bilişim teknolojilerinin yakınsaması sonucunda, "kitle iletişimiyle, noktadan noktaya iletişim hizmetlerinin içiçe geçmesi" sonucu ortaya çıkan yeni iletişim teknolojileri, yani nitel değişimler var.Günümüzün tüm siyasi ve toplumsal tartışma konuları yeni iletişim teknolojileri ile birlikte ele alınıyor. Yaşanan değişimler, tüm toplumsal grupların ve kurumların, politik, toplumsal ve ekonomik beklentilerinin, giderek yeni iletişim teknolojilerinin gelişimi ile ilişkilenmesine neden oluyor. Yeni iletişim teknolojilerinden küresel düzeyde dünya ekonomisini daha rekabetçi ve verimli hale getirmesi; gelişmişlik farklarını kapatarak dünya ülkelerini eşitlemesi; dünya iletişimini herkes için erişilebilir, hızlı ve etkin kılması bekleniyor. İletişim ve bilgisayar teknolojilerindeki gelişmeler ve kullanımlarının yaygınlaşması, endüstri toplumunun taşıdığı tüm eksikliklerin giderileceği yeni bir toplumsal yapının kurucu unsurları olarak tanımlanıyor. Öte yandan yeni iletişim araçları, geleneksel medyada yer alamayan toplumsal grupların da örgütlenme, eğitim ve kendilerini kamuoyuna anlatmak amacıyla kullanım olanakları nedeniyle gündemine giriyor ve bir muhalefet platformu olarak işlevleri tartışılıyor. Yeni iletişim teknolojilerinin, tüm bu iddia ve beklentileri gözardı etmeksizin ele alınması; potansiyellerinin ve sınırlılıklarının ortaya koyulması; ekonomik, toplumsal ve politik değişimlerle ilişkilerinin tartışılması ve bunun Türkiye'deki yansımalarının açığa çıkartılması ise, önümüzde önemli bir gereksinim olarak duruyor. Öncelikle yeni iletişim teknolojileri derken neden bahsettiğimiz konusunda ortaklaşmalıyız. Yeni İletişim Teknolojileri, hem kullanıcılar arasındaki, hem de kullanıcılar ile enformasyon arasındaki karşılıklı iletişimi, içlerinde bulunan mikro-işlemcilerle sağlayan veya geliştiren iletişim araçlarıdır. Tanımı bir yana bırakırsak, zamansal olarak yeni ortaya çıkmış olan her iletişim teknolojisi yenidir. Telgraf, radyo, televizyon gibi teknoloji ile iletişimin bütünleştiği tüm araçlar, ilk ortaya çıktıklarında yeni olarak adlandırılmışlardır. Ancak tanıma dönersek, "yeni iletişim teknolojileri"nin temel özelliği zamansal olarak yeni olmaları değildir. Aslında yeni iletişim teknolojileri, tam da bugüne kadar iletişim ortamına rengini kazandıran ve iletişim diye bir alanın oluşmasına neden olan, hatta diyebiliriz ki, iletişim alanı ile sosyoloji, psikoloji, siyaset bilim gibi alanların ilişkilenmesine neden olan kitle iletişim teknolojileri karşısına konuldukları için yenidirler. Kitle iletişimi iki temel özellik ile tanımlanır: "1) kitle iletişimi nüfusun büyük bir kesitine yöneliktir. 2) Mesajın nüfusun büyük bir kesitine ulaşabilmesi için teknik araçların kullanılması gerekir." (Broadcasting kavramı da buradan doğmaktadır)Bu tanımın dışında olan iletişim araçlarının tarihi de, en az bu araçlar kadar hatta daha eskidir... Bunlar, telefon, telgraf, teleks gibi araçlardır. Bu araçlar bugüne dek, iletişim araştırmacılarının dikkatini çok fazla çekmemiş olan ve noktadan noktaya iletişim olarak adlandırılan araçlardır. Hemen belirtmeliyiz ki, bizim yeni iletişim teknolojileri diye adlandırdığımız ve kitle iletişiminden farklılığı ile tanımlıyor olduğumuz araçlar işte bu bugüne dek iletişim araştırmacılarının dikkatini çekmeyen altyapılar üzerinde şekillenen araçlar durumundalardır. Toplumsal değişim, iletişim araçlarının gelişimine bakarak anlaşılabilir. Her iletişim aracının, örgütlenme ve enformasyonu denetleme açısından bir yanlılığı olduğunu Innis, 1030'larda iddia etmiştir. Innis'e göre, taş ve kil ağır ve kalıcı olmaları nedeni ile, kullanıldıkları toplumları zaman üzerinde yayan, öte yandan taşınması kolay iletişim araçlarının kullanıldıkları toplumları coğrafi olarak yayan özelliklere sahiptir. Innis'e göre, tüm modern iletişim araçları ki, burada özellikle telgrafdan bahsedilmektedir, uzam yanlıdır ve bu anlamıyla kapitalist toplumun karasal yayılımını ifade etmektedir. Aslında iletişimin hangi yolla sürdürüldüğü, tarihsel dönüşümler açıklanırken genellikle üzerinde durulan dinamiklerdir. Örneğin, aydınlanma olarak isimlendirilen tarihsel dönüşümün dinamikleri tariflenirken, matbaa ve bu hızlı metin çoğaltma teknolojisine ayrıcalıklı bir önem atfedilir. Metinlerin matbaa sayesinde kolaylıkla çoğaltılması, gerçekten de bilgiye erişme ve bilgiyi evrenselleştirme noktasında önemli imkanlara yolaçmıştır. Özellikle son iki yüzyıldır, olan biten bütün önemli şeylerin, tüm toplumsal olayların bu imkanlarla olan ilişkisini kimse reddedemez.Ancak reddedilemeyen diğer bir gerçek de, basılı metinden, kablolu televizyona kadar bütün bilgi çoğaltma ve dağıtma kanallarının tek taraflı olduğudur. Bilginin özgürleştirici niteliği, bu tek taraflılığın yarattığı eşitsiz ilişki ile birleştiğinde önemli bir kırılmaya uğramakta ve ortaya etkin bir denetim aracı olarak geleneksel medya çıkmaktadır. Bir denetim aracı olarak medya üzerindeki iktidar mücadelesinin keskinliğindendir ki, bugün özellikle TV-Radyo gibi iletişim araçlarında, ya da dağıtım ile egemenliklerini sağlamış olan günlük gazetelerde sermaye ve egemenler dışında hiçbir kesim kendini ifade etme olanağına sağlıklı bir şekilde sahip değil. Oysa, gelişmiş bilgisayar ve iletişim olanaklarının birlikte kullanımı sonucunda ortaya çıkan yeni iletişim araçları sahip oldukları özellikler ile, geleneksel iletişim araçlarının tersine bu iktidarı aşılabilir hale getiriyor. İki yönlü-yatay iletişime basın yayın ve Radyo-Tv gibi iletişim araçlarından daha fazla olanak tanıyor olmalarından kaynaklı olarak iletişim etkinliğinin yeni iletişim teknolojileri sayesinde değişiyor olduğu düşüncesi, geleneksel iletişim araçlarında temsil edilmeyen tüm kesimleri umutlandırıyor. Bu umutlar aynı zamanda, küreselleşmenin kültürel aynılaştırılıcığına karşı direnme ve herşeyin ticarileştiği bir dünyada bilgiyi ticari olmayan bir biçimde paylaşma gereksinimi ile eklemlenerek, işçilerin, insan hakları savunucularının, etnik grupların ve sistem karşıtlarının dünya çapında stratejiler geliştirme ve uluslararası inisiyatifler oluşturma çabalarını şekillendiriyor. Yeni iletişim araçları deyince herkesin aklına öncelikli olarak gelen internet ise, farklı toplumsal grupların farklı beklenti ve planlarına kaynaklık eden bir araç durumunda... Girişimciler enformasyonun ticari bir metaya dönüştürülmesi sürecinde internet?i temel bir araç olarak değerlendirirken, sendikalar, gönüllü kuruluşlar, akademisyenler, çalışmalarını, raporlarını internet?te serbestçe yayınlayabiliyorlar. Egemenler internet?i egemenliklerini pekiştirecek bir araç olarak kabul ederken, ezilenler ve sömürülenler adına mücadele veren gruplar internet?i uluslararası dayanışma ortamı olarak kullanıyorlar. Büyük şirketler internet?in yarattığı olanaklarla yazılım birimlerini azgelişmiş bölgelere kaydırarak ucuz işgücü sağlarken, işçi örgütleri sermayeye karşı verdikleri mücadelede internet?i bir dayanışma ve eğitim aracı olarak kabul ediyorlar.Gerçekten de İnternet, geleneksel iletişim araçlarının pek çok kısıtlılıklarını, engellerini, sorunlarını aşan alternatif bir iletişim ortamı. Geleneksel iletişim araçlarından farklı olarak sahip olduğu etkileşim olanağı, herkesin iletişim sürecinde hem alıcı hem de yayıcı olabilmesi, gazeteden TV?ye, radyodan mektup ve telefon haberleşmesine kadar neredeyse varolan tüm iletişim araçları yerine ikame edilebilir olma özelliği, öte yandan görülür bir sansür ve kontrol mekanizmasının olmayışı, internet?in normalde sesini pek az duyurabilen, geleneksel iletişim kanallarında genellikle dışlanan gruplar tarafından keşfedilmesine neden oldu. Her ne kadar internetin ortaya çıkışı Amerikan Federal Hükümeti Savunma Bakanlığı'nın araştırma ve geliştirme kolu olan DARPA-Defence Advanced Research Project Agency kurumuna dayansa da, gelinen noktada sadece bir bilgisayar ve modeme sahip olarak, düşler ve düşünceler yazılı, sesli ya da görüntülü olarak, tüm dünya ile paylaşılabiliyor. En ayrıntı düzeyindeki bilgilere ulaşılabiliyor. Ve tüm bunları gerçekleştirirken henüz teorik olarak herhangi bir sansür ile karşılaşılmıyor.İnternet?in toplumsal ve politik dinamiklerini açıklamak için, başlangıçta pek çok araştırmacı Amerikan Western filmlerindeki ?batı? metaforuna başvuruyordu. Bu filmlerde yalnız, biraz da maceracı kahramanın toplumdan ve onun gerekliliklerinden kaçmak üzere yöneldiği ?batı? gibi, internet?in sunduğu sanal alan ?boş?, ?kanunsuz? ve bu nedenle de özgürlükler ülkesi olarak tanımlanıyordu. İnternet üzerinde yaratılan ?sanal alan?, yeni toplumsal formasyonlara, yeni yurttaşlık biçimlerine, yeni mekanlara ilişkin farklı yaklaşımlara zemin oluşturuyordu. Hala da bu tür görüşler ortaya atılıyor. Ancak ?yeni batı?nın bu denli ?sahipsiz? ve hemen hemen ?kanunsuz? oluşunun temel nedeni, ortaya çıktıktan sonra, uzunca bir süre geleneksel medya ve telekomünikasyon aristokrasisi tarafından farkedilmemiş olmasıydı.Konumuza dönersek, internet yarattığı olanaklarla, pek çok düşü gerçekleşebilirmiş kılıyor. Ancak internet'in yarattığı olanakların ne kadar daha kullanılabileceği sorusu, internette yaşanan gelişmelere baktığımızda gündeme gelen en önemli soru. Bu sorunun cevabına temel oluşturması açısından internet'in günümüzde nasıl şekillendiğine ve nereye evrildiğine bakmamız gerekiyor. İnternet'te surf yaparken karşımıza sıkça çıkan reklamlar ticaretin sadece bir ayağını oluşturuyor. Reklamlar, tüm internet kullanıcılarını, tüketici olarak algılamanın ötesinde birer metaya dönüştürüyor. Çünkü, internet sitelerinin, kaç sörfçünün siteye uğradığını gösteren sayaçları aynı zamanda o siteye verilen reklamın bedelini de belirliyor. Üstelik bu reklamlar, bildiğimiz geleceğe yatırım yapan reklamlardan da bir farklılık içeriyor. İnternet'te ticarileşmenin diğer bir unsuru olan elektronik ticaret ve hiper materyalin, başka sunucularda tutulan başka materyallere de bağlanma özelliği, internet reklamlarına anında alış-veriş'e dönüşme gücü veriyor. Yani, bugün "egemenler" internet'in olanaklarının çok daha fazla farkında? Ve internet'in gelişiminde en etkin eğilim, internetin bir tüketim ortamı olarak yeniden kurulması? Geleneksel medya olarak tanımladığımız gazete, TV ve Radyo arasından internete kendisini değilse de, tarihsel pratiğini en çabuk aktaran geleneksel medya ortamı TV oldu. Elbette bu bir tesadüf değil? Bu tarihsel pratiği, hem belli tür ve biçimsel kalıplar olarak internet'te izliyoruz, hem de kurumsal kimlikler alanında bu kendini gösteriyor. Bu durum tamamen TV'nin ekonomik temeli ile ilgili? Ticarileşme ve ağ yapısı televizyonun ekonomik temeli konusundaki iki temel kavramı oluşturuyor. Bu iki kavram, TV'de belli içeriklerin yoğunlaşmasını ve bu içeriklerin üretiminin merkezileşmesini beraberinde getiriyor. Bu da, yerel ve kar amacı gütmeyen TV yayıncılığını zayıflatan ve pazar güçlerinin TV endüstirisi üzerindeki egemenlik alanını genişleten bir durum olarak karşımıza çıkıyor. İnternet alanına, TV programcılığı mantığının taşınması, internette de aynı sonucu gündeme getiriyor. 1997 sonrasında, televizyon endüstrisinin dev şirketlerinin, bu iki ortamı bağlantılandırma ve birinin izleyicilerini diğerine aktarma çabaları günümüzde meyvelerini vermekte. Tabii ki, bütün bu çabalar, sermaye açısından televizyonun en temel işlevlerinin, tüketimi yönlendirme ve ideolojik manipülasyon işlevlerinin belli biçimlerde ve özellikle internetin ortaya çıkışı sonucunda aşınması ile ilgili. Televizyon programları arasında zap yapma, sadece belli zamanlarda TV seyretme, videonun yaygınlaşması ve internet, zaten reklamcıları yeni reklam ortamları aramaya yöneltiyordu. Tüketimi yönlendirme konusunda ortaya çıkan sorunların çözümü için, interaktif teknolojileri kullanmak gereğine, doğrudan tüketici tepkisini karşılayabilecek bir yapıya gidilmesine, demografik kesimlerin değil, bireysel hanelere ulaşılmasına, vs. dikkat çekilirken aslında tam da internet ortamı tarif edilmekteydi. İnternet'in 1997'den itibaren bu kesimler tarafından keşfedilmesi ile birlikte ticari istila başladı ve kısa sürede internet reklam ajanslarının üzerinde kampanyalar ve stratejiler belirlemeye çalıştığı bir alan haline geldi. Ve internet'te reklam denemelerinin başlamasıyla birlikte, bilim adamlarının araştırma alanı, şirketlerin reklam panolarına dönüşmeye başladı. Öncelikle, internet'i ticari işlemlere uyumlu hale getirme çabaları gözlendi. İnternet üzerinde gerçekleşen ticari işlemlerde özellikle kredi kartlarının kullanılabilmesi için gereken güvenlik standartları geliştirildi. Kredi kartlı ödemeler yanında internette finansal transferlerin de güvenlik içinde yapılması için şifreleme teknikleri oluşturuldu. Tüketicilerin, kredi kartları ile elektronik alışveriş yapmaktan güvenlik nedenleri ile korkmalarına rağmen, 1997 boyunca 6.5 milyon kişi, 23.4 milyon online kredi kartı kullanımı gerçekleştirdi. Tabii, bu arada, internet üzerindeki tüketici davranışları ve ilgileri de önemli bir konu olarak şirketler için araştırılmaya başlandı.1996'da ortaya çıkan push teknolojileri, doğrudan reklamcıları ilgilendiriyor ve internet izleyicilerini toplama ve stabilize etme amacına dayanıyordu. Belli bilgiler, ya da daha doğru bir deyişle reklam, doğrudan internete bağlı kullanıcının ekranına ulaşıyordu. Başlangıçta reklamcılar arasında bu konuda ciddi bir hareketlilik yaşandı. Browser programlarını üreten şirketler de kendi programlarını buna uygun hale getirdiler. Ancak kısa süre sonra bu yöntemin, izleyiciye ulaşmak için anlamlı bir yöntem olmadığı ortaya çıktı. Kullanıcıların büyük bir bölümü, bundan hoşlanmıyordu. Sonunda push teknolojileri, sadece belli bir takım ürünler için kullanılmaya başlandı. İzleyiciyle, belli web servisleri arasındaki ilişkiyi stabilize etmek içinse yeni yöntemler aranmaya başlandı. Bu arada otomatik ilk sayfalar gündeme geldi. Internet explorer ya da netscape kendi browser yazılımlarını kullananların otomatik ilk sayfa olarak kendi sayfalarına ulaşmalarını sağlıyor ve böylece ilişkinin sürekli ve değişmez kılınmasına çalışılıyordu. Bir diğer sıklıkla ziyaret edilen site türü de arama motorlarının sayfalarıydı. Ayrıca, ücretsiz e-mail olanağı, bir takım özel içerikler, oyun ve alışveriş olanağı sağlayan siteler büyük oranda hit alıyorlardı. Böylece bu tür sayfalar reklam pastasından büyük paylar almaya başladı. Diğer taraftan, ücretsiz web sayfası sağlayan siteler de, kendi makinalarında ücretsiz tutulan web sayfalarına banner ya da reklam bantları girerek bu sürece katıldılar. Böylece internet reklamcılığında yeni genre'lar oluşmaya başladı. Ayrıca, web içeriklerinin kimleri hedef aldığına bağlı olarak da reklam için tercih edilen siteler farklılaşmaya başladı. Reklamcılığın her medyanın toplumsal amaçlarını zaptedip, onu yeniden düzenlediğine dair elimizde pek çok kanıt var ki, bunlar örgütlenmesini, içeriğini ve izleyicilerle ilişkilerini etkileyen bir süreci yaratıyor. Bu sadece etik yoksunluğu veya yönlendirici sistematiğin hatalı standartları sorunu değil. Reklamcılar tüm medya maliyetlerinin önemli bir oranını ödemeye başladıklarında, izleyici ilişkilerinde sınırlamalar ve baskılar yaratan ortamın gündelik bilincine egemen hale geliyorlar. Bu ilişki tarzı, reklam verenlerin içerik üzerindeki belirleyici ve yaygın, ancak görülür olmayan etkilerini gündeme getiriyor. Bu etki, sadece belirli konuların içerikten dışlanması biçiminde değil, reklam verenlerin içeriğin karakterini de belirlemesine kadar uzanıyor. Eğer varolan eğilim anlamlı bir biçimde kesintiye uğratılmazsa, internet kar arayan şirketlerin belirlediği, ticari tüketim ortamı haline gelecek. İnternet üzerinden alışveriş, danışmanlık, pazarlama ve bankacılık uygulamaları giderek yaygınlaşıyor. New York Times?a göre, 1996 sonunda elektronik ticaretin hacmi 500 milyon dolara ulaşmış durumda ve 2000 yılına kadar dünya çapında 70 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Bu rakamlar aynı zamanda enformasyonun özelleştirilmesi eğilimini de ortaya koymakta. Bunun son derece şekillenmiş bir örneği, ABD'de "intellectual property right" olarak anılan kavramın yasalara girmiş olmasıdır. Türkiye'de "fikir hakları" olarak anılan düzenleme, henüz ABD'deki kadar sınırları çizilmiş ve belirginleşmiş bir uygulama değilse de, bunun embriyo halidir ve bilgi-enformasyon üzerinde kişilerin ya da şirketlerin mülkiyet hakkı talep etmesini garanti altına almaktadır. Bu durum, pek çok araştırmacı tarafından açıkça "bilginin metalaşması" olarak adlandırılmaktadır. Enformasyon ağları üzerinde, "bilgi özgür olmak ister" diye ifade edilen sloganı savunan kesimler olmasına rağmen, enformasyonun ticarete konu olması ve şirketlerin enformasyon üzerinde hak talep etmesi anlamına gelen bu düzenleme, bugün Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) toplantılarına konu olmakta ve yeni ekonomik düzenin, ya da bir başka deyişle neo-liberalizmin önemli bir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda yeni iletişim teknolojileri, özellikle de internetin üzerinden akan büyük miktardaki enformasyonun toplumsal bir eşitliğe neden olmayacağı savı, sadece neo-liberal politikaların tüm alanlar gibi iletişim alanını da egemenliği altına almış olmasına dayandırılarak değil, aynı zamanda enformasyon tam da ekonomik neo-liberalizm boyutunda önemli bir bileşen haline geldiğinden, sıkça ileri sürülmektedir. Özellikle de bazı toplumsal kesimlerin eğitim ve iletişim ortamlarından yalıtılmak suretiyle, enformasyon yoksulu haline geleceği fikri son dönemlerde yaygınlık kazanmaktadır (Schiller, 1999:140; Murdock ve Golding: 1989: 180). Günümüzde, enformasyonun bir dizi önemli özelliği olduğuna dikkat çekilmektedir. Bir meta olarak enformasyonun özelliklerine baktığımızda, öncelikle enformasyonun kullanıldığında tükenmiyor olmasına vurgu yapıldığını görürüz. Hatta enformasyon, kullanıldığında tükenen değil, tam tersine kullanıldıkça artan bir meta niteliğindedir. Bunun dışında, tüm diğer mal ve hizmet üretim süreçlerinde enformasyon asıl girdi durumundadır. Bu da enformasyonu, tüm diğer mallardan daha değerli kılan bir özelliktir. Ancak diğer mal ve hizmetlere göre, üretiminin zor ve pahalı olması, bunun yanında yeniden üretim maliyetlerinin düşük olması da, pazar ekonomisi içerisinde bir meta olarak dolaşan enformasyonun başlıca özelliklerindendir. Öte yandan, pazar ekonomisinin mantığına uygun olmayan bir dizi özelliğe de sahiptir. Öncelikle, enformasyonun kullanılınca tükenmeyen bir özelliğe sahip olması, pazar koşullarında enformasyonun gerçek üretim ve gerçek ücretlendirme koşullarını ortadan kaldıran bir özelliktir. Bu özellik aynı zamanda enformasyon tüketicilerinin, ilk üreticinin aleyhine pazara üretici olarak girmesine neden olur. Her ne kadar bu biçimde enformasyonun artan üretimi ve enformasyon birikimi, toplum yararına bir özellik olsa da, enformasyonun bir meta olarak pazarda dolaşımını zorlaştırır. Öte yandan enformasyon ürünlerinin, fiyatları ile ölçülemeyecek denli pzitif etkileri de vardır. Özellikle de eğitim gibi alanlarda, süren özelleştirmeler ile metalaşma süreci hızlandırılan enformasyon, bu anlamıyla hiç de sadece parasını alarak satın alana özel değil, o eğitim hizmetinden yararlansın ya da yararlanmasın tüm toplum yararınadır. Çünkü, enformasyonun toplumsal gelişme noktasında önemli getirileri olduğu gibi, toplumsal refahı artıran sonuçları da vardır. Ayrıca bütünsel ve parçalanamaz olma özellikleri de pazar mekanizmaları açısından enformasyonu uyumsuz bir meta haline getirir. Bunların yanında, yine enformasyon ekonomisi literatüründe enformasyonun şu özelliklerine dikkat çekilir: bir ölçek ekonomisi olması, yani enformasyon üretiminin hacmi arttıkça maliyetinin düşmesi, öte yandan hacmi küçüldükçe ve üretici sayısı arttıkça maliyetinin artması durumu; üretiminde belirsizlikler ve riskler olması; elle tutulamazlığı ve manevi değerinin maddi değerinden büyük olması; üretim maliyetine göre, dağıtım maliyetlerinin genellikle daha büyük olması, dağıtımının genellikle büyük ve pahalı altyapılar gerektiriyor olması. Ayrıca, enformasyonun Genel refaha içkin olması; düşünce özgürlüğü ve haber alma özgürlüğü gibi tarihsel kavramlara içkin olması da, enformasyonunun bir meta olarak değerlendirilmemesi gereğini ortaya çıkartan özellikleridir. Küresel iletişim ağlarının kullanımının, sadece medya alanına özgü değil, tüm bir ekonomiye yaygın olması, yukarıdaki özellikleri daha da önemli hale getirmiştir. İletişim ağları üzerinde, mekansal olarak yaygınlaşan ekonomik uygulamalar -finans, bankacılık, turizm gibi hizmetler yanında, üretim- açısından enformasyona erişim ve enformasyon paylaşımı, eskisinden daha stratejik bir unsur haline gelmektedir. Gelişen enformasyon teknolojileri, enformasyonun üretilmesi, dağıtılması, paylaşılması ve depolanması yöntemlerinde önemli değişikliklere neden olmuşlar ve kağıt dökümantasyon sisteminden çok daha ucuz yöntemleri şirketlere sunmuşlardır. Enformasyonun ekonomik uygulamalar içerisinde bu kadar stratejik hale gelişi, enformasyon mülkiyetini gündeme getirir. Enformasyon mülkiyeti bugün son derece önemli hale gelmiş, ancak iletişim ağlarının yaygınlaşması da, bu önemli hale gelen olguyu aynı derece de önemli bir sorun haline getirmiştir. Çünkü sayısal ağlar yaygınlaştıkça, enformasyon mülkiyeti-özel enformasyon mülkiyeti de tehditlerle karşılaşmaktadır. Elektronik ticaret, elektronik bankacılık gibi uygulamalar sırasında iletişim ağları üzerinde dolaşan enformasyonun güvenliği, bugün son derece önem kazanmakta ve teknolojik araştırmalar yanında, yasal düzenlemeler ile de çözülmeye çalışılmaktadır. Aslında uzun bir geçmişi olan fikir mülkiyet hakları/telif hakları, ya da intellectual property right, tam da bu tehditleri bertaraf etmek için geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Telif hakları kavramı, enformasyon üzerinde birlerinin hak iddia etmesini mümkün hale getiren bir olgu olmanın yanında, bu hakların sayısal dünyaya aktarılması ve bugün aldığı biçim, basitçe bir güncellemenin ötesinde daha derin anlamlar taşımaktadır. Fikir mülkiyet hakları, kapitalist gelişmenin başlarında, İngiltere'de çıkartılan "çitleme yasaları" ile benzeştirilmektedir. 1760-1830 yılları arasında getirilen ve "Çitleme Yasaları" olarak anılan bir dizi düzenleme, İngiltere'de çoktandır esas olarak pazar için üretim yapıyor olsa da, tarım alanında kalmış bulunan kollektif köy ekonomisinden kalma unsurların temizlenmesi anlamına gelmiştir. Topraksız ya da küçük toprak sahibi köylüyü çalıştıran ve kiracı çiftçiler tarafından ekilen geleneksel olarak köylülerin ortak mülkiyetindeki topraklar, bu yasal düzenlemelerle görece az sayıda toprak lordunun elinde toplanmıştır (Hobsbawn, 2000, 40). Bu benzetme ile, fikri mülkiyet hakları ya da telif hakları adıyla geçmişten bu yana uygulanan, ancak özellikle son yıllarda uluslararası anlaşmalara konu olan düzenlemelerin de, her ne kadar başından bu yana meta nitelikleri gösterse de enformasyon alanında kalmış bulunan ortak mülkiyet-kamu mülkiyeti kırıntılarını temizleyerek, enformasyon alanını tamamen özel mülkiyet alanı haline getireceği iddia edilmektedir.Bu da internet?in ve üzerinde taşınan enformasyonun tamamıyla ticaretin kanunlarının egemen olduğu bir alan olmaya hızla yaklaştığının ifadesidir. Yani, internetin başlıca özellikleri -etkileşim ve onun doğrudan ve çift yönlü ilişkiler kurmak için kullanılması, bu arada mutlaka eklenmeli benzersiz izleme ve gözlem kapasitesi- egemenler açısından etkileyici reklam, yönlendirme ve denetim biçimleri haline getirilmiş durumdadır ve üzerinden akan enformasyonun piyasa kurallarına tabiliğinin artması, interneti bütünüyle bir sanal pazar haline getirecektir. Öte yandan internet yazılım ve donanımlarının oluşturduğu pazarın giderek büyüyor. Kullanıcı sayısı günden güne hızla artarken, internet servis sağlayıcıları ve altyapı sağlayıcıları da karlarını artırmak için yeni teknolojik olanakları araştırıyor ve yeni yatırımlar yapıyorlar. Bu yatırımların maliyetleri internet kullanıcılarına daha yüksek erişim maliyeti olarak yansıyor, yani son kullanıcılar için internet?te ?surf? yapmanın maliyeti hızla artıyor. Bugün, İnternet?te yaşanan bu ticarileşme dışında erişimdeki eşitsizlikler de önemli bir sorun teşkil ediyor. Bir kişisel bilgisayar ve bir modeme sahip olarak bilgiyi paylaşmak mümkün olsa da, bu donanıma sahip olmanın bir maliyeti var. Ayrıca internet?in yarattığı olanaklardan verimli bir şekilde yararlanabilmek için bu donanımı kullanabilme yetisine sahip olmak ve ingilizce bilmek gerekiyor. Tüm bu gereklilikler, dünya nüfusunun büyük kısmının intenet?te yaratılan ?sanal alan?dan dışlanmış olduğu anlamına geliyor. İnternet kullanıcıları, dünya nüfusunun iyi eğitim almış ve maddi olanakları olan seçkinlerinden oluşuyor. Dünyanın azgelişmiş bölgelerinde bir telefon hattına bile sahip olmanın güçlüğü düşünüldüğünde, internet?in ?mutlu azınlığa? hizmet eden bir araç olduğu görülebiliyor. Tüm bunlar ise son yıllarda ?digital divide? tartışmalarının, küresel ekonominin başlıca aktörleritarafından önemli bir tartışma konusu haline gelmesine neden oluyor. Tıpkı yoksulluğa uygulanmasını önerdikleri ekonomik politikalarla neden olan Dünya Banası başta olmak üzere birtakım küresel yapıların, yoksulluğa karşı bir takım programları kendi gündemlerinin en başına yerleştirmeleri gibi. Diğer yandan, internet?in sistem karşıtı güçler tarafından, yöneten sınıfların planlarını bozacak tarzda kullanılması karşısında, kapitalist sistem kendisini savunmanın yollarını arıyor. Sisteme karşı mücadele eden odakların medyayı verimli bir şekilde kullanma olasılığına karşı hep uygulanan sansür yasaları, ABD?de, Almanya?da, Japonya?da gündeme giriyor. Ya da gizli sansür denebilecek bir takım uygulamalara ve baskılara özellikle 11 Eylül sonrasında güvenlik gerekçesi ile ulus devletlerin daha fazla itibar etmeye başladıkları görülüyor. Türkiye'ye baktığımızda da, karşılaştığımız tablo pek umutlu değil. Türkiye?de kurulu bulunan bilgisayar adedinin Tübitak tarafından gerçekleştirilen enformasyon teknolojisi envanteri çalışmasına göre, 1997'de 1 milyon 141 bin 581 olduğu ve bu kişisel bilgisayarların iyimser bir tahminle üçte ikisinin iş çevrelerince kullanıldığı; modem sayısının ise yine aynı çalışmaya göre 310 bin 948 olduğu ve yine iyimser bir tahminle aynı oranda iş çevrelerince kullanıldığı düşünülürse internet?in yaygın olarak kullanılan bir iletişim ortamı olmadığı, daha çok iş çevreleri yani sermaye ve seçkinler tarafından kullanıldığı rahatlıkla söylenebilir. Son yıllarda gerçekleştirilen büyük reklam kampanyaları ile bu oranın bir kaç katına çıkmış olması ve en yoksul mahalleler ve en ücra kasabalara kadar internet kafeler aracılığı ile ulaşmış olması ise, interneti hiç bir şekilde bir seçkinler ortamı olmaktan kurtaramıyor. 1998 yılının erişim istatistikleri, Türkiye'den en çok hit alan web sayfalarından ilk onaltı arasında altı tane sex sitesi olduğunu ortaya koyuyor. Geri kalanını ise, com uzantısına sahip olan ABD merkezli ticari web siteleri oluşturuyor. Bu durum, internetin yaygınlaşmasının anlamını da ortaya koyar nitelikte? İnternet bir "eğlence" ve "ticaret" ortamı olarak yaygınlaştırılıyor. Yani, egemenlerin çıkarlarına en çok hizmet eder biçimde? Ancak bütün bunlar, internetin alternatif kullanımlarının olamayacağını söylemek anlamına gelmiyor. Sadece, yeni iletişim teknolojilerinin eğitim, örgütlenme ya da başka bir alternatif faaliyetin yürütülmesi konusundaki dünyada süregiden çabaların gözönüne alması gereken ve uzun dönemli stratejilerini oluştururken değerlendirmesi gereken veriler. Ancak kesinlikle, hemen kabullenilip, uyum sağlanacak bir sonuca da neden olmamalılar. Tüm iletişim araçları bir eğitim aracı, bir dayanışma aracı, bir mücadele aracı olmanın yanında, mücadelenin konusu olarak da düşünülmek zorunda. Bilginin metalaşması ve paralı eğitime karşı kamusal eğitim hizmeti, sansür ve baskı yasalarına karşı düşünce ve ifade özgürlüğü talepleri ile birlikte, bu taleplerin ayrılmaz bir parçası olarak iletişim özgürlüğü ve iletişim olanaklarından eşitçe yararlanma hakkını da savunmak gerekiyor. Liberalizmin yalnızlaştırıcı etkilerine karşı önemli bir mevzi olan ve küreselleşen kapitalist sisteme karşı emeğin ve alternatif güçlerin de küreselleşmesinin olanaklarını yaratan yeni iletişim araçlarının önemi yadsınmamalı ve özgür iletişim olanağı savunulmalı ve kullanılmalı. Gerçek yaşamda sürdürülmeye çalışılan mücadeleyi, bilgisayar ağlarında oluşan sanal alanda, telekomünikasyon ağlarında cisimleştirmek belki de klasik mücadele yöntemlerinin çok ötesine erişilmesini sağlayacak.
Okuma Parçası 1: Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Demokrasi; Enformasyon Çağında Yetişkinler için Masallar
Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Demokrasi; Enformasyon Çağında Yetişkinler için Masallar
Dr.Baha Kuban ve Semih İşevi
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=515Giriş
Küreselleşme doludizgin sürüyor. Eğer dünya ekonomisinde uluslararası mal ticaretinin toplam hasıla içindeki payı söz konusu ise gerçekten de bu ikinci uluslararasılaşma dalgası 100 küsur yıllık öncülüne göre, kapitalizmi yerkürenin daha çok bölgesine ve toplumuna, hayatlarımızın da her ayrıntısına sokmaya kararlı görünüyor. Sanayi devrimi ayırımından beri insan uygarlığının dünyada canlı yaşama karşı yönelttiği üç büyük tehdit artık gezegenin de varlığını tehlikeye atıyor. Bunlar; dünya üzerinde canlı ve kültürel yaşam türlerinin kimyasal ve kültürel kirlilik yoluyla hızla yok olması ve yine sınai kirliliğin iklim değişikliği ve atmosferde yaptığı etkilerle tüm yeryüzünü tehdit etmeye başlamasıdır. Dünyada kendisinden başka türlere hatta üzerinde yaşadığı topraklara böylesine hoyrat davranan türümüz, kendi içinde yaşadığı toplumlarda neler yapıyor? Karnemiz bu bakımdan da kırıklarla dolu. Özellikle küreselleşme, tarihin sonu, sınıfsız ayrımsız bilgi toplumu, serbest piyasanın kaçınılmazlığı, üçüncü enformasyon dalgası ve benzeri çığlıkları en çok duymaya başladığımız 80?li yıllardan bu yana gelişmiş toplumlar da dahil olmak üzere gelir dağılımlarının bozulduğunu, dünyada eşitsizliklerin arttığını ve yoksulluğa koşut olarak savaş sonrası yıllarda geriletilen çeşitli yaşam kalitesi göstergelerinin yeniden kötüleştiğine şahit oluyoruz; çocuk ölümleri artıyor, ortalama yaşam süreleri düşüyor, salgın hastalıklar ve yıllarca önce dünya yüzünden silindiği sanılan tüberküloz ve benzeri gariban hastalıkları en gelişmiş ülkelerin ortalarında beliriyor. Tüm bir kıta, Afrika, ölüme ve sefalete terkedilmiş durumda. Dünya finans bürokrasisi, çok uluslu şirketlerin patronları, gelişmiş ülke koalisyonlarının liderleri misli görülmemiş bir genel temsil fukaralığının ortasında, insanlığın önümüzdeki 50 yılına damgasını vuracak değişiklikler, yansıtıcı ve parlak bina cephelerin ardında hayata geçirme telaşındalar. Bu gelişmelere sivil muhalefet dünya ölçeğinde güçlenmeye çalışırken artık var olmadığı, çağdışı kaldığı telkin edilen ?ulus devlet? , ulus-ötesi sermayenin trafik polisliğine ve isyankar halklarının bekçiliğine memur ediliyor. Bununla birlikte, bütün bu gelişmeler zorlu bir satranç oyununun hamleleri gibi, her an genişlemeye muktedir çatlakları ve ters dinamikleri gizliyor.
Bu bildirinin konusu yukarıda özetlenen gelişmelerin dökümünü yapmak ya da tartışmak değil elbette. Ancak konumuz olan ve yaygın olarak ?enformasyon toplumu? ya da ?enformasyon ekonomisi? şeklinde ifade edilen olgunun bütün bu gelişmelerden bağımsız olarak ele alınamayacak olması bir yana, bu olguyu ele alış biçimimiz temelde dünyayı algılayış tarzımızın da en can alıcı göstergesi olmaktadır.
Enformasyon
Sorunlu bir sözcüktür enformasyon. Türkçe?ye aktarılışının düpedüz yanlış bir biçimde ?bilgi? olması değildir sorunlu olmasının tek nedeni. Sözcük bugün kullanımıyla o kadar farklı ve geniş anlamlar taşımaya başlamıştır ki, bütün bir toplumsal dönüşümü enformasyon ile ifade etmek pek çoklarına uygun görünmektedir; enformasyon toplumu, enformasyon ekonomisi ya da Türkçe?de bilgi toplumu, bilgi ekonomisi vb. Kavramsallaştırılmasında bugün taşıdığı anlamları çözmek için bu sözcüğün öyküsünü izlemek yararlı olacaktır.
Enformasyon, bilimsel kuramlara sibernetiğin popülerleştiği 1940?lı yıllarda girmeye başlamıştır diyebiliriz. İletişim alanında sinyal işleme konusunda kullanılmaya başlanılan enformasyon teorisi, Claude Shannon ile bilimsel bir temele kavuşmuştur. Matematiksel olarak basitçe bir sinyalin gidiş gelişini tanımlamak için kullanılan bu teori soğuk savaş yıllarında iletişim akademik disiplini içinde çıkış noktasından uzaklaşmaya başlamış, insanlar arası anlam taşıyan alışverişte ve insan davranışlarının değişimini ölçülebilir kılmaya yarayacak yarı-bilimsel kuramlarda yer bulmaya başlamıştır. Saf bir soyutlamayla başlayan sinyal işleme modellemesi anlam ve davranışın modellenmesinde kullanılmaya başlanmıştır. Ancak sözcüğün anlamındaki asıl sıçrama çok sonraları sanayi-ötesi ya da post-endüstriyel toplum kuramcılarının elinde gerçekleşmiştir. Enformasyon toplumu kavramının popülerleşmesinde baş köşeyi sanayi-ötesi toplum kuramcılarından en şöhretlisi olan Daniel Bell?e vermemek haksızlık olur. Bell ?Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri? ve ?Sanayi-Ötesi Toplumun Gelişi? adlı kitaplarıyla kendisinden sonrakilerin sözcükle ilişkilerini belirlemiştir denebilir. Shannon?un teorisinin taşıdığı bilimsellik zırhının yardımıyla Bell, enformasyona atfedilen anlamı çok daha ileri götürmüş hatta Shannon?un hiç bir zaman amaçlamadığı şekilde hemen bütün toplumsal ilişkileri açıklamaya elverecek bir kavramsallaştırmaya tabii tutmuştur. Ekonomik ve toplumsal hayatta sürmekte olan değişimler; artan sayısallaşma, değişen işgücü yapısı, bilgisayarın yaygın kullanımının getirdiği otomasyon ve bilimsel teknik değişime hakimiyetin görünür güç artırıcı etkisi, bütün gelişmelerin merkezine enformasyon analizinin yerleştirilmesini Bell?e göre kaçınılmaz kılmıştır. Ancak bu enformasyon bütün toplumların en genel geçer özelliği olan enformasyon işlemedeki enformasyondan farklı olmalıdır. Sanayi-ötesi kuramcılara göre modern toplumun bilimsel-teknolojik bilgi ya da enformasyonla sembiyotik ilişkisi, bütün geçmiş toplumsal yapılara göre sanayi-ötesi toplumda yapının ve sosyal örgütlenmenin temel belirleyicisidir. Sözcüğümüzün öyküsü işte böyle sinyal işlemeye ilişkin matematiksel bir soyutlamadan başlamış ve toplumun özünü açıklayıcı bir üst-anlama vararak son bulmuştur. Enformasyona atfedilen bu özgüllük kuşkusuz başlangıç noktasındaki bilimsel teorinin tarafsızlığını ve paradigmatik gücünü taşımaktadır.
Burada en dikkat çekici nokta toplumsal tarihin yükünün sözcükten uzaklaştırılmış olmasıdır. ?Enformasyonu? bu bağlamda örneğin ?kültürle? karşılaştırmak ilgi çekicidir. Kültür ne kadar tarih ve toplum kokuyorsa enformasyon o kadar steril, dezenfekte ve tarafsızdır. Hiçbir tarihsel ve toplumsal referansa başvurmaz, adeta bilimin ışığında yıkanmış ve kutsanmış, günahlarından arınmıştır. Toplumsal tarih kültürü anlamlandırır. Kültür emperyalizmi, karşı-kültür hatta kültürel devrim kelimelerini rahatlıkla kullanırız, bunların anlamlarından kuşku duyulmaz, ama enformasyon emperyalizmi ! biraz gerçekdışılık kokar. Sözcüğün bu kullanımı aslında sanıldığı kadar ?gerçek dışı? değildir. Bağımsızlık savaşlarının ve Bağlantısızlar hareketinin hey heyli günlerinde üçüncü dünya ülkeleri tam da bu kelimeye toplumsallığını geri verecek başarısız bir girişimde bulunmuşlardı. Sömürgeci dünyanın haber içerikleri üzerindeki tekeline karşı başlatılan mücadelenin adı ?Yeni Dünya Enformasyon Düzeni? idi. Bu girişim ulusların bağımsızlığı yolunda en ciddi tehditlerden biri olarak algılanan enformasyon tekelini hedef almakta, Birleşmiş Milletler?de Bağlantısızların sayısal üstünlüğü sayesinde çeşitli yönerge antlaşmalara dönüşmekteydi. Bu mücadele hızla bastırıldı ve belleklerimizden silindi.
İşte enformasyonun içeriğinin böylesine boşaltılması, yani bir çeşit içeriksizleştirme operasyonu onu tam da sanayi-ötesi kuramlarının pivot kavramına yaraşır hale getirir. Zaten tarihin, sınıfların, toplumsal mücadelenin de sonu gelmemiş miydi? İşte Toffler?ın üçüncü dalgada sözünü ettiği enformasyon toplumu bize bütün sorunlarından arınmış tüm dertlere deva ehven bir ?enformasyon toplumu? vadetmektedir! Enformasyon otoyolu, yeni ekonomi, internet, siber uzay , bu arada tabii küreselleşme, özelleştirme ve liberal demokrasi! Eh , ?ben artık özgürüm?! Kuşkusuz eski Cumhurbaşkanlarımızdan biri de ? bir bilgisayar bir faks bir de ingilizce, iş tamam! ? diyerek bunu kastetmişti.
Görüldüğü gibi ?enformasyon?un bu şekilde kavramsallaştırılması, onun toplumsal analizini, ?kültür? ile sağlanabilen zengin çağrışımlardan kopartır. Onu içeriksizleştirir ve dayanılmaz biçimde hafifleştirir. Bir başka içeriksizleştirme operasyonunun kurbanı olan ?ekonomi? sözcüğü ile izdivacını kolaylaştırır. Enformasyon Ekonomisi, yeni bilişim teknolojilerinin de ateşlemesiyle, büyüme iktisadına veciz katkılarda bulunur. Kaygılanacak birşey yoktur.
Enformasyonun bu şekilde kavramsallaştırılmasının önüne geçmek için yapılması gereken, ona toplumsallığını geri vermek, gerçek dünyada yaşanan hayata ilişkin referanslarını kazandırmaktır. Bunu gerçekleştirmek için enformasyon sözcüğünü meta sözcüğü ile beraber düşünmek, enformasyonun meta özellikleri üzerine kafa yormanın yanısıra metalaşma sürecinin aldığı biçimleri betimlemek gerekmektedir. Ancak bu şekilde, yani ücretli emek tarafından piyasaya arz için üretilen bir ?şey? olarak kavramsallaştırılan enformasyon sözcüğü, tanık olduğumuz toplumsal dönüşümü açıklayıcı bir nitelik kazanır. Enformasyonun metalaşması bağlamında bugün sergilediği özellikler, üretimi, dağıtımı ve tüketimine ilişkin vecheler, kendisinden kaynaklanan, tarih-dışı niteliklerinden kesinlikle kaynaklanmaz. Durmaksızın yeni piyasalar, yeni meta alanları ve birikim fırsatları arayan sistemin şaşmaz ekonomi-politik mantığı dünün zanaat üretimini ücretli emeğe, sanatsal eserlerini piyasa mallarına dönüştürür.
Kültürel HegamonyaTarih, zora ve baskıya dayanan egemenlik sistemlerinin kalıcı olmadığı konusundaki derslerle doludur. En sağlam egemenlik zihin ve gönüllere hakim olmaktan geçer. Bu açıdan bakıldığında ?enformasyon? yanıltması, tek tek tüketici bireylerden oluşan toplumlara dönüştürülmeye çalışılan ?azami bağlantılı? iletişim çağı insanlığının son kültürel hegamonyasıdır. Ağ toplumunun siber-demokrasi vaadleri klip kültürünün sanat iddiaları kadar kof çıkacağa benzer. WAP?lı cep telefonları ve internette chat ile kurulan özgürlük hayalleri teknoloji-toplum ilişkisinin algılanmasında derin bir patalojiye işaret eder. Şiiri, muhabbeti ve dili sanal fantazmanın çiğ parlamalarına terk etmeden ikinci kez düşünmenin zamanıdır.
Dr.Baha Kuban ve Semih İşevi
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=515Giriş
Küreselleşme doludizgin sürüyor. Eğer dünya ekonomisinde uluslararası mal ticaretinin toplam hasıla içindeki payı söz konusu ise gerçekten de bu ikinci uluslararasılaşma dalgası 100 küsur yıllık öncülüne göre, kapitalizmi yerkürenin daha çok bölgesine ve toplumuna, hayatlarımızın da her ayrıntısına sokmaya kararlı görünüyor. Sanayi devrimi ayırımından beri insan uygarlığının dünyada canlı yaşama karşı yönelttiği üç büyük tehdit artık gezegenin de varlığını tehlikeye atıyor. Bunlar; dünya üzerinde canlı ve kültürel yaşam türlerinin kimyasal ve kültürel kirlilik yoluyla hızla yok olması ve yine sınai kirliliğin iklim değişikliği ve atmosferde yaptığı etkilerle tüm yeryüzünü tehdit etmeye başlamasıdır. Dünyada kendisinden başka türlere hatta üzerinde yaşadığı topraklara böylesine hoyrat davranan türümüz, kendi içinde yaşadığı toplumlarda neler yapıyor? Karnemiz bu bakımdan da kırıklarla dolu. Özellikle küreselleşme, tarihin sonu, sınıfsız ayrımsız bilgi toplumu, serbest piyasanın kaçınılmazlığı, üçüncü enformasyon dalgası ve benzeri çığlıkları en çok duymaya başladığımız 80?li yıllardan bu yana gelişmiş toplumlar da dahil olmak üzere gelir dağılımlarının bozulduğunu, dünyada eşitsizliklerin arttığını ve yoksulluğa koşut olarak savaş sonrası yıllarda geriletilen çeşitli yaşam kalitesi göstergelerinin yeniden kötüleştiğine şahit oluyoruz; çocuk ölümleri artıyor, ortalama yaşam süreleri düşüyor, salgın hastalıklar ve yıllarca önce dünya yüzünden silindiği sanılan tüberküloz ve benzeri gariban hastalıkları en gelişmiş ülkelerin ortalarında beliriyor. Tüm bir kıta, Afrika, ölüme ve sefalete terkedilmiş durumda. Dünya finans bürokrasisi, çok uluslu şirketlerin patronları, gelişmiş ülke koalisyonlarının liderleri misli görülmemiş bir genel temsil fukaralığının ortasında, insanlığın önümüzdeki 50 yılına damgasını vuracak değişiklikler, yansıtıcı ve parlak bina cephelerin ardında hayata geçirme telaşındalar. Bu gelişmelere sivil muhalefet dünya ölçeğinde güçlenmeye çalışırken artık var olmadığı, çağdışı kaldığı telkin edilen ?ulus devlet? , ulus-ötesi sermayenin trafik polisliğine ve isyankar halklarının bekçiliğine memur ediliyor. Bununla birlikte, bütün bu gelişmeler zorlu bir satranç oyununun hamleleri gibi, her an genişlemeye muktedir çatlakları ve ters dinamikleri gizliyor.
Bu bildirinin konusu yukarıda özetlenen gelişmelerin dökümünü yapmak ya da tartışmak değil elbette. Ancak konumuz olan ve yaygın olarak ?enformasyon toplumu? ya da ?enformasyon ekonomisi? şeklinde ifade edilen olgunun bütün bu gelişmelerden bağımsız olarak ele alınamayacak olması bir yana, bu olguyu ele alış biçimimiz temelde dünyayı algılayış tarzımızın da en can alıcı göstergesi olmaktadır.
Enformasyon
Sorunlu bir sözcüktür enformasyon. Türkçe?ye aktarılışının düpedüz yanlış bir biçimde ?bilgi? olması değildir sorunlu olmasının tek nedeni. Sözcük bugün kullanımıyla o kadar farklı ve geniş anlamlar taşımaya başlamıştır ki, bütün bir toplumsal dönüşümü enformasyon ile ifade etmek pek çoklarına uygun görünmektedir; enformasyon toplumu, enformasyon ekonomisi ya da Türkçe?de bilgi toplumu, bilgi ekonomisi vb. Kavramsallaştırılmasında bugün taşıdığı anlamları çözmek için bu sözcüğün öyküsünü izlemek yararlı olacaktır.
Enformasyon, bilimsel kuramlara sibernetiğin popülerleştiği 1940?lı yıllarda girmeye başlamıştır diyebiliriz. İletişim alanında sinyal işleme konusunda kullanılmaya başlanılan enformasyon teorisi, Claude Shannon ile bilimsel bir temele kavuşmuştur. Matematiksel olarak basitçe bir sinyalin gidiş gelişini tanımlamak için kullanılan bu teori soğuk savaş yıllarında iletişim akademik disiplini içinde çıkış noktasından uzaklaşmaya başlamış, insanlar arası anlam taşıyan alışverişte ve insan davranışlarının değişimini ölçülebilir kılmaya yarayacak yarı-bilimsel kuramlarda yer bulmaya başlamıştır. Saf bir soyutlamayla başlayan sinyal işleme modellemesi anlam ve davranışın modellenmesinde kullanılmaya başlanmıştır. Ancak sözcüğün anlamındaki asıl sıçrama çok sonraları sanayi-ötesi ya da post-endüstriyel toplum kuramcılarının elinde gerçekleşmiştir. Enformasyon toplumu kavramının popülerleşmesinde baş köşeyi sanayi-ötesi toplum kuramcılarından en şöhretlisi olan Daniel Bell?e vermemek haksızlık olur. Bell ?Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri? ve ?Sanayi-Ötesi Toplumun Gelişi? adlı kitaplarıyla kendisinden sonrakilerin sözcükle ilişkilerini belirlemiştir denebilir. Shannon?un teorisinin taşıdığı bilimsellik zırhının yardımıyla Bell, enformasyona atfedilen anlamı çok daha ileri götürmüş hatta Shannon?un hiç bir zaman amaçlamadığı şekilde hemen bütün toplumsal ilişkileri açıklamaya elverecek bir kavramsallaştırmaya tabii tutmuştur. Ekonomik ve toplumsal hayatta sürmekte olan değişimler; artan sayısallaşma, değişen işgücü yapısı, bilgisayarın yaygın kullanımının getirdiği otomasyon ve bilimsel teknik değişime hakimiyetin görünür güç artırıcı etkisi, bütün gelişmelerin merkezine enformasyon analizinin yerleştirilmesini Bell?e göre kaçınılmaz kılmıştır. Ancak bu enformasyon bütün toplumların en genel geçer özelliği olan enformasyon işlemedeki enformasyondan farklı olmalıdır. Sanayi-ötesi kuramcılara göre modern toplumun bilimsel-teknolojik bilgi ya da enformasyonla sembiyotik ilişkisi, bütün geçmiş toplumsal yapılara göre sanayi-ötesi toplumda yapının ve sosyal örgütlenmenin temel belirleyicisidir. Sözcüğümüzün öyküsü işte böyle sinyal işlemeye ilişkin matematiksel bir soyutlamadan başlamış ve toplumun özünü açıklayıcı bir üst-anlama vararak son bulmuştur. Enformasyona atfedilen bu özgüllük kuşkusuz başlangıç noktasındaki bilimsel teorinin tarafsızlığını ve paradigmatik gücünü taşımaktadır.
Burada en dikkat çekici nokta toplumsal tarihin yükünün sözcükten uzaklaştırılmış olmasıdır. ?Enformasyonu? bu bağlamda örneğin ?kültürle? karşılaştırmak ilgi çekicidir. Kültür ne kadar tarih ve toplum kokuyorsa enformasyon o kadar steril, dezenfekte ve tarafsızdır. Hiçbir tarihsel ve toplumsal referansa başvurmaz, adeta bilimin ışığında yıkanmış ve kutsanmış, günahlarından arınmıştır. Toplumsal tarih kültürü anlamlandırır. Kültür emperyalizmi, karşı-kültür hatta kültürel devrim kelimelerini rahatlıkla kullanırız, bunların anlamlarından kuşku duyulmaz, ama enformasyon emperyalizmi ! biraz gerçekdışılık kokar. Sözcüğün bu kullanımı aslında sanıldığı kadar ?gerçek dışı? değildir. Bağımsızlık savaşlarının ve Bağlantısızlar hareketinin hey heyli günlerinde üçüncü dünya ülkeleri tam da bu kelimeye toplumsallığını geri verecek başarısız bir girişimde bulunmuşlardı. Sömürgeci dünyanın haber içerikleri üzerindeki tekeline karşı başlatılan mücadelenin adı ?Yeni Dünya Enformasyon Düzeni? idi. Bu girişim ulusların bağımsızlığı yolunda en ciddi tehditlerden biri olarak algılanan enformasyon tekelini hedef almakta, Birleşmiş Milletler?de Bağlantısızların sayısal üstünlüğü sayesinde çeşitli yönerge antlaşmalara dönüşmekteydi. Bu mücadele hızla bastırıldı ve belleklerimizden silindi.
İşte enformasyonun içeriğinin böylesine boşaltılması, yani bir çeşit içeriksizleştirme operasyonu onu tam da sanayi-ötesi kuramlarının pivot kavramına yaraşır hale getirir. Zaten tarihin, sınıfların, toplumsal mücadelenin de sonu gelmemiş miydi? İşte Toffler?ın üçüncü dalgada sözünü ettiği enformasyon toplumu bize bütün sorunlarından arınmış tüm dertlere deva ehven bir ?enformasyon toplumu? vadetmektedir! Enformasyon otoyolu, yeni ekonomi, internet, siber uzay , bu arada tabii küreselleşme, özelleştirme ve liberal demokrasi! Eh , ?ben artık özgürüm?! Kuşkusuz eski Cumhurbaşkanlarımızdan biri de ? bir bilgisayar bir faks bir de ingilizce, iş tamam! ? diyerek bunu kastetmişti.
Görüldüğü gibi ?enformasyon?un bu şekilde kavramsallaştırılması, onun toplumsal analizini, ?kültür? ile sağlanabilen zengin çağrışımlardan kopartır. Onu içeriksizleştirir ve dayanılmaz biçimde hafifleştirir. Bir başka içeriksizleştirme operasyonunun kurbanı olan ?ekonomi? sözcüğü ile izdivacını kolaylaştırır. Enformasyon Ekonomisi, yeni bilişim teknolojilerinin de ateşlemesiyle, büyüme iktisadına veciz katkılarda bulunur. Kaygılanacak birşey yoktur.
Enformasyonun bu şekilde kavramsallaştırılmasının önüne geçmek için yapılması gereken, ona toplumsallığını geri vermek, gerçek dünyada yaşanan hayata ilişkin referanslarını kazandırmaktır. Bunu gerçekleştirmek için enformasyon sözcüğünü meta sözcüğü ile beraber düşünmek, enformasyonun meta özellikleri üzerine kafa yormanın yanısıra metalaşma sürecinin aldığı biçimleri betimlemek gerekmektedir. Ancak bu şekilde, yani ücretli emek tarafından piyasaya arz için üretilen bir ?şey? olarak kavramsallaştırılan enformasyon sözcüğü, tanık olduğumuz toplumsal dönüşümü açıklayıcı bir nitelik kazanır. Enformasyonun metalaşması bağlamında bugün sergilediği özellikler, üretimi, dağıtımı ve tüketimine ilişkin vecheler, kendisinden kaynaklanan, tarih-dışı niteliklerinden kesinlikle kaynaklanmaz. Durmaksızın yeni piyasalar, yeni meta alanları ve birikim fırsatları arayan sistemin şaşmaz ekonomi-politik mantığı dünün zanaat üretimini ücretli emeğe, sanatsal eserlerini piyasa mallarına dönüştürür.
Kültürel HegamonyaTarih, zora ve baskıya dayanan egemenlik sistemlerinin kalıcı olmadığı konusundaki derslerle doludur. En sağlam egemenlik zihin ve gönüllere hakim olmaktan geçer. Bu açıdan bakıldığında ?enformasyon? yanıltması, tek tek tüketici bireylerden oluşan toplumlara dönüştürülmeye çalışılan ?azami bağlantılı? iletişim çağı insanlığının son kültürel hegamonyasıdır. Ağ toplumunun siber-demokrasi vaadleri klip kültürünün sanat iddiaları kadar kof çıkacağa benzer. WAP?lı cep telefonları ve internette chat ile kurulan özgürlük hayalleri teknoloji-toplum ilişkisinin algılanmasında derin bir patalojiye işaret eder. Şiiri, muhabbeti ve dili sanal fantazmanın çiğ parlamalarına terk etmeden ikinci kez düşünmenin zamanıdır.
My Yahoo! RSS Modülü Üzerindeki Temel İşlemler
My Yahoo! üzerinde 6 taneye kadar sayfa oluşturulabilir ve her sayfaya 50 taneye kadar kaynak eklenebilir. RSS Kaynaklarını görüntüleyen modülün ismi "RSS Headlines (Beta)" modülüdür. İlk kaynağınızı seçtiğinizde bu modül sayfanıza otomatik olarak eklenmiş olur. My Yahoo!'da başka bir çok modül daha bulunmaktadır. Eklediğiniz kaynak sayısı 50'yi geçeceği zaman veya kaynaklarınızı değişik sayfalara ayırla ihtiyacı hissettiğinizde, yeni sayfalar oluşturmalısınız. Bunun için "Add/Delete Pages" tuşuna basmalı, çıkan sayfadan "Create My Own"u seçmeli, modül seçme sayfasından da birinci sayfanız dışındakiler için sadece sol üstten RSS Headlines modülünü, sağ altlardan da Bookmarks modülünü seçmenizi öneriyoruz, birinci sayfanız için önereceğimiz modülleri aşağıda sıralıyoruz. Birden fazla sayfanız olduğunda, RSS kaynağı ekleme işlemini başlattığınızda kaynakların üzerindeki bir seçim kutusunda, bu kaynağı hangi sayfaya eklemek istediğinizi sorar, bu seçeneği değiştirip, "Update Page" tuşuna bastıktan sonra, listelenen kaynaklardan istediklerinizi seçiniz ve "Add" tuşuna tıklayınız, bu kaynaklar sayfanıza eklenmiş olacaktır.
My Yahoo! üzerinde kaynakları eklemek için bir kaç yol bulunmaktadır. Anahtar kelimeyle arama yapmak için, destek sitemizin sol üzerindeki My Yahoo! arama kutusuna anahtar kelimeleri yazabilirsiniz. Bu kutu, RSS Headlines modülünün, sağ üzerindeki "Edit" tuşuna tıklandığında görüntülenen kutunun eşdeğeridir. Bu kutulara, Türkçe anahtar kelimeler, site adresleri veya kaynakların tam adresleri yazılabilir. İkinci yöntem olarak, destek sitemizin sağ sütununda, kaynakların yanlarında bulunan küçük mor-sarı renkli "My!" butonlarına tıklayarak ilgili kaynağı My Yahoo! servisinize ekleyebilirsiniz. Sağ sütundaki listenin bazı bölümlerinin başlıklarının yanlarında da "My!" butonu bulunmaktadır, bu butonlar ilgili listedeki kaynakların tümünü ekleyecek şekilde adreslendirilmişlerdir, My Yahoo! arama kutusuna ilgili OPML dosyasının adresini yazma işlevini yapmaktadırlar.
Kaynaklarınızı seçtikten sonra bunların sıralarını değiştirmek ve bazılarını çıkarmak isteyebilirsiniz. Bunun için "RSS Headlines" modülünün sağ üzerindeki "Edit" düğmesine tıklayınız. Çıkan sayfanın altlarındaki bir kutuda kaynakların başlıkları alt alta listelenecektir, bu kutunun sağında da aşağı ve yukarı ok tuşlarıyla çarpı işareti tuşu bulunmaktadır. Bir kaynağı işaretledikten sonra, yukarı-aşağı ok tuşlarına basarak sırasını değiştirebilirsiniz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur, yukarı-aşağı ok tuşlarına basınca ilgili işlemi yapacak komut internet üzerinden yollanmaktadır, bu nedenle tıklam işleminden sonra iki saniye kadar bekleyiniz, tuşlara peş peşe hızlı hızlı tıklamak işlemin yarım kalmasına neden olmaktadır. Sıralamanızı yaptıktan sonra sayfanızı kaydediniz, son halini kontrol ediniz ve istediğiniz gibi olmamışsa "Edit" tuşuna basarak yeniden düzenleyiniz. Sayfadan sayfaya taşıma işlemi yoktur, bu nedenle bir sayfadan silerken sildiğiniz kaynakları aklınızda tutup, diğer sayfaya yeniden ekleyiniz.
Sayfalarınızı çoğaltırken, kaynaklarınızı ilgi alanlarınıza, konularına, sitelerin türlerine veya güncellenme sıklıklarına göre gruplandırabilirsiniz. Sayfalarınızın başlıklarını değiştirmek için, üstteki "Choose Content" butonuna basınız, sayfanın üzerindeki sayfa başlığını belirten kutudaki ismi değiştiriniz ve kaydediniz.
Sayfalara sadece RSS Headlines değil, başka modüller de eklenebilmektedir. Bizim önerimiz, birinci dışındaki sayfalarınıza sadece Bookmarks ve RSS Headline modüllerini eklemeniz, birinci sayfanıza ise şu modülleri eklemenizdir;
Message Center, Weather, Yahoo! Mail Preview, RSS Headlines (BETA), Yahoo! Search, Currency Converter, Calendar, Address Book, Briefcase, Notepad, Photos, Bookmarks, Saved Searches, Calculator. Bunların dışındaki modüllerin içerdiği haber ve bilgiler ABD'ye yönelik olduklarından genellikle yarar getirmeyeceklerdir. Önerdiğimiz modüller ise kişisel bilgileri tuttuğundan herkes tarafından kullanılabilir.
My Yahoo! üzerinde kaynakları eklemek için bir kaç yol bulunmaktadır. Anahtar kelimeyle arama yapmak için, destek sitemizin sol üzerindeki My Yahoo! arama kutusuna anahtar kelimeleri yazabilirsiniz. Bu kutu, RSS Headlines modülünün, sağ üzerindeki "Edit" tuşuna tıklandığında görüntülenen kutunun eşdeğeridir. Bu kutulara, Türkçe anahtar kelimeler, site adresleri veya kaynakların tam adresleri yazılabilir. İkinci yöntem olarak, destek sitemizin sağ sütununda, kaynakların yanlarında bulunan küçük mor-sarı renkli "My!" butonlarına tıklayarak ilgili kaynağı My Yahoo! servisinize ekleyebilirsiniz. Sağ sütundaki listenin bazı bölümlerinin başlıklarının yanlarında da "My!" butonu bulunmaktadır, bu butonlar ilgili listedeki kaynakların tümünü ekleyecek şekilde adreslendirilmişlerdir, My Yahoo! arama kutusuna ilgili OPML dosyasının adresini yazma işlevini yapmaktadırlar.
Kaynaklarınızı seçtikten sonra bunların sıralarını değiştirmek ve bazılarını çıkarmak isteyebilirsiniz. Bunun için "RSS Headlines" modülünün sağ üzerindeki "Edit" düğmesine tıklayınız. Çıkan sayfanın altlarındaki bir kutuda kaynakların başlıkları alt alta listelenecektir, bu kutunun sağında da aşağı ve yukarı ok tuşlarıyla çarpı işareti tuşu bulunmaktadır. Bir kaynağı işaretledikten sonra, yukarı-aşağı ok tuşlarına basarak sırasını değiştirebilirsiniz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur, yukarı-aşağı ok tuşlarına basınca ilgili işlemi yapacak komut internet üzerinden yollanmaktadır, bu nedenle tıklam işleminden sonra iki saniye kadar bekleyiniz, tuşlara peş peşe hızlı hızlı tıklamak işlemin yarım kalmasına neden olmaktadır. Sıralamanızı yaptıktan sonra sayfanızı kaydediniz, son halini kontrol ediniz ve istediğiniz gibi olmamışsa "Edit" tuşuna basarak yeniden düzenleyiniz. Sayfadan sayfaya taşıma işlemi yoktur, bu nedenle bir sayfadan silerken sildiğiniz kaynakları aklınızda tutup, diğer sayfaya yeniden ekleyiniz.
Sayfalarınızı çoğaltırken, kaynaklarınızı ilgi alanlarınıza, konularına, sitelerin türlerine veya güncellenme sıklıklarına göre gruplandırabilirsiniz. Sayfalarınızın başlıklarını değiştirmek için, üstteki "Choose Content" butonuna basınız, sayfanın üzerindeki sayfa başlığını belirten kutudaki ismi değiştiriniz ve kaydediniz.
Sayfalara sadece RSS Headlines değil, başka modüller de eklenebilmektedir. Bizim önerimiz, birinci dışındaki sayfalarınıza sadece Bookmarks ve RSS Headline modüllerini eklemeniz, birinci sayfanıza ise şu modülleri eklemenizdir;
Message Center, Weather, Yahoo! Mail Preview, RSS Headlines (BETA), Yahoo! Search, Currency Converter, Calendar, Address Book, Briefcase, Notepad, Photos, Bookmarks, Saved Searches, Calculator. Bunların dışındaki modüllerin içerdiği haber ve bilgiler ABD'ye yönelik olduklarından genellikle yarar getirmeyeceklerdir. Önerdiğimiz modüller ise kişisel bilgileri tuttuğundan herkes tarafından kullanılabilir.
10 Ekim 2004 Pazar
Flickr ile Blog Servislerine Fotoğraf Gönderebilir ve Gruplarla Paylaşabilirsiniz
Flickr, Blog'larınıza fotoğraf gönderebilmeniz için uygun araçlar sunar. Özellikle kendine ait bilgisayarı olmayanlar veya fotoğraflarını web üzerinde saklayanlar için, bizim önerdiğimiz yöntemdir.
Flickr üzerinden Blog'larınıza fotoğraf gönderebilmek için, önce fotoğraflarınızı albümünüze yüklemeniz gerekir.
Flickr'ın fotoğrafı gönderebilmesi için, Blog'unuzu Flickr'a tanıtmış olmanız gerekir. Eğer tanıtma işlemini henüz yapmamışsanız, ilk fotoğraf gönderme işlemi sırasında tanıtmanızı isteyecektir. Adımları takip ederek ve Blog'unuzun kullanıcı adı ve şifresini girerek, Blog'unuzu tanıtınız. Tanıtma sırasında, resimlerin Blog üzerinde hangi düzende yerleşmesini istediğinizi soran bir ekran da çıkacaktır. Blog ayarlarınızı sonradan değiştirebilmek için, görüntülendiğinde "your blogs" yazısına tıklayınız veya flickr.com/blogs.gne adresine gidiniz. Buradaki Settings bölümü, kullanıcı adı ve şifreyi değiştirmek, Layout bölümü, resim ve yazıların yerleşim düzenlerini belirlemek içindir.
Blog'unuza fotoğraf göndermeye başlamak için, albümlerinizden birisindeki bir fotoğrafı tek başına açınız ve fotoğrafın hemen solundaki menüden "Blog This" komutunu veriniz. Şimdi tanıtmış olduğunuz Blog'lardan birisini seçmenizi, tanıtılmış Blog'unuz yoksa tanıtmanızı isteyecektir. Seçimi yapınca karşınıza, Blog'unuza eklenecek makalenin metnini ve başlığını girebileceğiniz bir form gelecektir - buraya yayınlamak istediğiniz yazıları giriniz ve "Post Entry" tuşuna tıklayınız. Makaleniz ve seçtiğiniz resim Blog'unuz üzerinde yayına geçmiş olacaktır.
Flickr'ın site yapısı yeterince kolay anlaşılır ve düzenli değildir. Bu nedenle kullanmaya alışmak için bir kaç deneme yanılma yapmanız gerekecektir.
Flickr üzerinden Blog'larınıza fotoğraf gönderebilmek için, önce fotoğraflarınızı albümünüze yüklemeniz gerekir.
Flickr'ın fotoğrafı gönderebilmesi için, Blog'unuzu Flickr'a tanıtmış olmanız gerekir. Eğer tanıtma işlemini henüz yapmamışsanız, ilk fotoğraf gönderme işlemi sırasında tanıtmanızı isteyecektir. Adımları takip ederek ve Blog'unuzun kullanıcı adı ve şifresini girerek, Blog'unuzu tanıtınız. Tanıtma sırasında, resimlerin Blog üzerinde hangi düzende yerleşmesini istediğinizi soran bir ekran da çıkacaktır. Blog ayarlarınızı sonradan değiştirebilmek için, görüntülendiğinde "your blogs" yazısına tıklayınız veya flickr.com/blogs.gne adresine gidiniz. Buradaki Settings bölümü, kullanıcı adı ve şifreyi değiştirmek, Layout bölümü, resim ve yazıların yerleşim düzenlerini belirlemek içindir.
Blog'unuza fotoğraf göndermeye başlamak için, albümlerinizden birisindeki bir fotoğrafı tek başına açınız ve fotoğrafın hemen solundaki menüden "Blog This" komutunu veriniz. Şimdi tanıtmış olduğunuz Blog'lardan birisini seçmenizi, tanıtılmış Blog'unuz yoksa tanıtmanızı isteyecektir. Seçimi yapınca karşınıza, Blog'unuza eklenecek makalenin metnini ve başlığını girebileceğiniz bir form gelecektir - buraya yayınlamak istediğiniz yazıları giriniz ve "Post Entry" tuşuna tıklayınız. Makaleniz ve seçtiğiniz resim Blog'unuz üzerinde yayına geçmiş olacaktır.
Flickr'ın site yapısı yeterince kolay anlaşılır ve düzenli değildir. Bu nedenle kullanmaya alışmak için bir kaç deneme yanılma yapmanız gerekecektir.
9 Ekim 2004 Cumartesi
Hello ile Blogger'a veya Arkadaşlarınıza Fotoğraf Gönderebilirsiniz

Eğer Blogger üzerinde bir Blog sahibiyseniz ve Blog'unuza fotoğraflar ekleyebilmek istiyorsanız, en uygun araç, bilgisayarınıza kuracağınız Hello programıdır.
Hello, Blogger ile olan anlaşması gereğince, Blogger'a fotoğraf gönderebilmektedir. Gönderilen fotoğraflar,
http://photos1.blogger.com/img/... şeklinde bir adres üzerinde saklanır. Kullanıcının kod yazma veya adresleme gibi işlemlerle uğraşmasına gerek bırakmaz.Hello, hem Blogger'a hem de arkadaşlarınıza fotoğraf gönderebilmek için tasarlanmıştır. Hello, Blogger'ı aslında "BloggerBot" isimli bir arkadaş olarak görür. Programı kurunca, önce arkadaş listenize BloggerBot'u eklemeniz gerekmektedir.
Bundan sonra, fotoğraflarınız arasından bir kısmını seçip, BloggerBot isimli arkadaşınıza gönderme komutunu verirsiniz. Fotoğrafın yanına yazılar ekleyebilmeniz için de bir ekran çıkar, buraya da istediğiniz yazı ve yorumları yazabilirsiniz. Fotoğrafın ve yanındaki yazının hangi düzende yerleşmesini istediğinizi de soran bir iletişim kutusundan sonra fotoğraf gönderilmiş olur.
Hello üzerindeki işlemler, kullanıcı adı ve şifreyle yapılır. Programı ilk indirmek istediğinizde, indirme işleminin hemen öncesinde sizden kayıt olma işlemini isteyen bir form çıkacaktır - indirme işlemine başlamadan önce bu formu doldurmanız gerekmektedir.
Hello'yu verimli olarak kullanabilmek için, önce biraz deneme yanılmalar yapmanız ve işlemlere alışmanız gerekecektir. Hello ile göndereceğiniz yazıların karakter kodlamalarında ha ile karşılaşırsanız, aynı makaleyi Blogger üzerinden açarak düzeltebilirsiniz. Hello'nun, Blog'unuza önceden eklemiş olduğunuz yazılar üzerinde silme ve düzenleme yapabilme gibi işlevleri de vardır. Picasa isimli bir resim düzenleme programıyla ilişkili olarak da çalışabilmektedir.
8 Ekim 2004 Cuma
Örnek Olabilecek Düzenlerde Biçimlendirilmiş Blog'lar
Bu listeyi oluşturmamızın sebebi, çok farklı şekillerde düzenlenmiş Blog'ları görerek, Blog'lar üzerinde neler yapılabileceği hakkında daha fazla fikir sahibi olabilmenizdir. Aşağıdaki kelime ve bazen hecelerin her biri ayrı bir Blog'u açmaktadır.
Haber Gazete Dergi Bülten Siyaset, Ders Anla-tı-mı, Kitap, Vakıf Der-nek Tüzük, Adres Site Payla-şımı, Kişisel Site, Çeşitli Araç-lar Eklen-miş Blog-lar, Fark-lı ve İlginç Ta-sa-rım-lar ve Şab-lon-lar-lar, Bebek-ler için Blog-lar, Fotoğ-raflı Blog-lar, Blogger ile Başka Adres Üzerinde, Abartmış Klasik, Giydirilmiş RSS,
Çok Yazarlı Blog-lar, Çok Sayıda Blog Oluşturan Kullanıcı-lar, Düzenli Bloglines Kullan-ıcıları
S-ı-r-a-y-l-a B-l-o-g-g-e-r S-t-a-n-d-a-r-t Ş-a-b-l-o-n-l-a-r-ı-!
Haber Gazete Dergi Bülten Siyaset, Ders Anla-tı-mı, Kitap, Vakıf Der-nek Tüzük, Adres Site Payla-şımı, Kişisel Site, Çeşitli Araç-lar Eklen-miş Blog-lar, Fark-lı ve İlginç Ta-sa-rım-lar ve Şab-lon-lar-lar, Bebek-ler için Blog-lar, Fotoğ-raflı Blog-lar, Blogger ile Başka Adres Üzerinde, Abartmış Klasik, Giydirilmiş RSS,
Çok Yazarlı Blog-lar, Çok Sayıda Blog Oluşturan Kullanıcı-lar, Düzenli Bloglines Kullan-ıcıları
S-ı-r-a-y-l-a B-l-o-g-g-e-r S-t-a-n-d-a-r-t Ş-a-b-l-o-n-l-a-r-ı-!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)




