29 Kasım 2006 Çarşamba

Eheh. Komiksiniz.


Sevgili takipçilerim, Binbir Gece dizisinin güzel kızı Bergüzar Korel ile ilgili yazdığım yazının Google'da üst sıralarda kendine yer bulması hasabiyle blogum son bir kaç gündür epey karışık bir trafik yaşıyor. Gelen giden eksik olmuyor.

"Kişisel günlük deneyimi" adını verdiğim bu web çalışmamda geçen günlerde bir quiz oluşturmuş ve yakın dostlarımdan, sıkı takipçilerimden yanıtlamalarını istemiştim. Ne oldu peki? Trafik artınca kimin doldurduğunu takip edemez hale geldim, bir sürü art niyetli insanın saldırısına uğradı.

Siteyi takip edip, alt ve üst kısımdaki alıntılardan rahatsız olan, rahatsızlığını emrivaki ile kabul ettirmeye çalışan da oldu. Blogun alt kısmında Can Dündar'ın ilgili yazısından yapılan alıntıya sinirlenip ayar vermeye çalışan bile oldu. Ne yazık ki sanal gerçekliğin arkasına sığınıp, atıp tutmakta gösterdikleri cesareti kimliklerini açıklamakta gösteremediler.

Eğlence amaçlı oluşturduğum quizden esinlenip bir benzerini oluşturmuş duyarlı vatandaşımızlardan birisi. ( * ) Bana ataist mi dememiş, ilgili yazıyı düzeltmem için baskı mı yapmamış. Eheh. (:

Ülkem ile gurur duyuyorum, milliyetçilik söz konusu olunca mangalda kül bırakmam ama bazılarının kafası mitlerle, doğmalarla o kadar şişirilmiş ki, düşünmeyi unutmuşlar. Azıcık araştır, diğer sayfalara git, kimmiş bu adam, ne düşünüyormuş de. Düşün bakayım, ne demeye çalışıyor bu adam diye. Özür dilerim, düşünmeye çalış en azından.

Yazı, Can Dündar'a ait, Milliyet'den alıntıdır.(*) Ataist falan değilim. Olana da sonuna kadar saygı duyarım. Dilediğine dilediği kadar inanmak kişisel tercihlerdendir. İnanç bambaşka bir kulvardır. İnsanoğlunun özelidir. Kapalı kapılarıdır.

İnançlarımı buradan anlatacak, ya da "müslümanım ben" diye haykıracak değilim. Sadece hala yanlış anlayabilenlere yapmak istediğim kısa bir açıklamam var. Alt sütunda ve üst sütunda yapılan alıntılar ülkenin çarpık gerçeklerine tutulmuş birer aynadır. İkisi de bu ülkenin saygın gazetecilerinin kaynak gösterilerek yayınlanmış makalelerinden alıntıdır.

Sevgili kardeşlerim, düşüncelerinizi kapalı zarf usulü değil de, açık sözlülükle yukardaki "tut-çek" butonuna bastıktan sonra çıkan e-posta adresi ile iletirseniz sevinirim.

Mmcuk.

26 Kasım 2006 Pazar

Bergüzar Korel

Epeydir tuhaf davranıyorum. Ama bu kadarını yapmamalıyım. Kendime dur demem gereken yerdeyim. Bu yaştan sonra oturup "kadın dizileri" izlememeliyim. Yok artık, daha neler! Bir adım sonrası "kadın programları"...

Ama onu izlemeden de yapamıyorum. Kendimden ödün veriyorum, izliyorum. Alışkanlık yapmasından korkuyorum. Düşünsenize, Bergüzar Korel gibi masum bakan bir kaç bayan oyuncu daha girerse hayatımıza, ben her akşam prime-time'ın en çok izlenen dizilerinde vakit öldürebilirim.

Aman Allah korusun. Başka Bergüzar'a gerek yok zaten. O bir tane. (:

Bonus: Konuyla alakasız olmasına rağmen şu videoyu izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.


15 Kasım 2006 Çarşamba

Quizimi cevaplar mısın?


Beni ne kadar tanıyorsun; işte ufak bir test. Heyecanlanmadan yavaş yavaş çöz. Kaydırma yapmamaya çalış. Bilsen de bilmesen de işaretle. 3 yanlış 1 doğruyu götürmüyor. Zaten hepi topu 10 soru var.

Haydi kolay gelsin! Pıt!

( Ben sıkıntıdan ne yaptığımı biliyor muyum? )

14 Kasım 2006 Salı

"Demokrat bir Kongre'nin Politikalari"

Demokratların Kongreyi ele geçirmesinin Ortadoğu ve Türkiye'yi nasıl
etkileyeceğine dair "Demokrat bir Kongre'nin Politikalari" başlıklı
makalem yarınki-bugünkü (Çarşamba, 15 Kasım) Yeni Şafak gazetesinde.
Internette de şu adresten okunabilir:
http://www.yenisafak.com.tr/yorum/

Benim Fikrim Geldi


Turkcell Kurumsal Hatlar için başlattığı kampanyanın reklam filminde Sarp Apak'ı oynattı. İyi de yaptı. Zira, Avrupa Yakası'ndaki performansı ile dikkatleri fazlasıyla çekmişti.

İşTcell kampanyasının reklam filminde anlamadığım tek nokta var. Sarp Apak falan iyi, hoş da... Herhangi bir ofis çalışanı abidik gubidik bir fikirle, hatta fikir bile değil, ortaya çıktığında hemen onu müdür mü yapıyorlar Turkcell'de? Biraz tuhaf değil mi? Bu, Türkiye'nin en büyük şirketlerinden birisi değil mi?

Bütün Turkcell çalışanları zan altında kalmıştır, kanımca.

13 Kasım 2006 Pazartesi

Öğrenciyim Amca


Akşam eve gelirken, üçü bir arada dedikleri kahvelerden aldım. Hem de bir sürü. Yanında da makarna, yoğurt ve bir paket de kısa Winston Box.

Kapıyı açar açmaz mutfağa yöneldim. Günlerdir fındık ezmesinden başka bir şey görmemiş mideme bir güzellik yapıp, bu akşam makarna yiyeceği müjdesini verdim. Bu durum, sandığımın aksine pek hoşuna gitmedi. Burun kıvırdı. Pardon guruldadı. Sanırım bu onun memnuniyetsizlik belirtisiydi.

Su ısıtıcısının kapağı tozlanmış. Aldırmadım. İçinde sürekli su bulunduğu için, nedense içinin temiz olduğuna kanaat getirdim. Su temizliktir çünkü.

Su ısınana kadar makarnaları tencereye doldurdum. Bundan keyif aldım. Biraz sonra o sert hamur parçacıklarının yumuşayıp, büyüyeceklerini ve üzerlerine yoğurt da dükülünce tadından yenmeyeceğini düşünmek hoşuma gitmişti.

Fenerium'dan hediye kupamın içerisine kahvemi boşalttım. İçerisine bir tane de çay kaşığı attım. Ben bu bardağın renklerine aşıktım.

Dosyamı odama bıraktım, üzerimdeki gömlek ve kravatı bir sonraki gün giyilebilecek şekilde ütü masasının üzerine yaydım. Pantolonun kırışıklığına aldırmadım. Nasıl olsa bir kez oturduktan sonra ütü izi falan kalmıyordu. Pekala yarın da giyilebilir gibiydi işte.

Bu arada suyun ısındığını haber veren fokurdama sinyalini aldım. Üzerime rahat birşeyler giyip, mutfağa yöneldim. (Bu kısım bana da çok erotik geldi.) Makarnalarla aramdaki ilişkiyi bozmadan, ilk sıcak teması onlarla gerçekleştirdim. Artan suyu kahve fincanına ( kupa mıydı yoksa? ) ayırdım.

Günün ikinci yarısı başlıyordu şimdi. Bir paket sigara, bir fincan kahve ve koca bir tabak yoğurtlu makarna.

Zannediyorum; öğrencilik yurdun hemen her yerinde benzer şekillerde yaşanıyor.


12 Kasım 2006 Pazar

Blogger Templates


Blogger kullanıcıları için bir template derlemesi yaptım. Umarım işinize yarar. İyi bir kaynakça olduğunu düşünüyorum.

Blogger Templates


1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 ..vb

11 Kasım 2006 Cumartesi

Yumileyin!

Digg ya da delicious'a bir türlü ısınamayan bir internet kullanıcısıyım. Şimdi bu söylediklerimin ne işe yaradığını bilmeyenler olabilir. Kısaca anlatmak gerekirse; üye olduğunuz bu sistemlere beğendiğiniz siteleri, yazıları, blogları ekliyorsunuz. Sizin gibi birkaç kişi daha eklerse, o yazı ya da site daha üstlerde yer alıyor. Beğenildikçe, oy aldıkça yukarılara tırmanıyor. Üst sıralara çıktıkça da bir toplist mantığı ile daha çok ziyaretçinin gözüne batıyor. Haliyle beğendiğiniz yazı daha büyük kitlelerle buluşuyor.

Reddit diye bir örneği de var bu yerimi sistemlerinin. Diğerlerine kıyasla biraz daha arka planda ama yine de popüler. Sonra, Türkçe örneklerinden Nooluyo.com var. Aslında bu tür örnekleri artırabiliriz. (Digg, delicio.us, reddit, nooluyo ...vb)

Benim bahsetmek istediğim, tavsiye ettiğim tek bir bookmark sitesi var. Yumiyum! Türkçe yerimi siteleri içerisinde kesinlikle favorim. Etiketlendirme sistemi, kullanıcı dostu arayüzü, tablolarının ve renklerinin bunaltmaması olumlu tarafları. Yukarda saydığım yabancı örneklerdeki karışıklık burada yok. Herşeyden önce Türkçe ve içeriği tamamen kullanıcıya ait. Bir başka kullanıcının eklediği, ilginizi çekecek bir yerimi muhakkak buluyorsunuz. Biraz daha geliştikten sonra, umuyorum Türkçe kaynakların araştırmasında Google'dan ve Wiki'den sonra gelebilecek bir çalışma olacak. Gerekli olan, bilinçli ve donanımlı olmak koşuluyla yeterli sayıda kullanıcı.

Kişisel bir destek olarak, bundan böyle her yazdığım yazının altına "Yumile!" butonu ekleyeceğim. Tıklayıp, üye olursanız ve beğendiğiniz yazılarımı yerimlerinize eklerseniz sevinirim. Bu sayede hem beğendiğiniz yazılarım daha çok kullanıcıya ulaşmış olur, hem de Yumi! sayesinde siz de diğer üyelerin neleri tuttuğunu görmüş, ilginizi çekenlere zıplamış olursunuz.

10 Kasım 2006 Cuma

Google'dan Gelenlere


Uzun süredir blogumun istatistiklerine ayrıntılı olarak bakmamıştım. Bu akşam yemekten sonra, biraz incelemeye başlayınca aslında yazdıklarımın pek de doğru yerlere gitmediğini düşünmeye başladım.

İşte aranan kelimeler ve şuursuzca bloguma düşen ziyaretçilerin ilginç merakları;

kavuşamayanlar için acılı mesajlar: Bu anahtar kelimeler ile ancak Kral Fm'in web sitesi sonuç verir. Yahut spam ile doldurulmuş, sahte sayfalardan oluşan bir internet çöplüğü. Neden ben? O kadar mı arabesk yazıyorum yoksa?
marmara bölgesinin neler meşhurdur: Bir kere sen cümleyi doğru bile kuramamışsın. Kuramadığın bir cümlenin sonuç vermesini geçtim; nasıl oluyor, bir arama motoru bir soru cümlesine bu kadar net cevap verebiliyor. Yoksa Google, Hakia'ya mı özeniyor.
türbanlı
: Muhtemelen niyeti bozuk bir arkadaş sırf bu kelimeyi aratarak, türbanlı porno gibi bir sonuca ulaşmak istedi. Aksini düşünemiyorum. Zira türban ve siyaset ile ilgili yazdığım yazılara bu anahtar kelime ile ulaşılıyorsa, bir yerlerde yanlış yapıyorum demektir.
cıbıldak kızlar: Müsadenizle "Oha!" demek istiyorum. Bu kadar açıklayıcı anahtar kelimeler ile bu kadar alakasız bir adreste ne işin var ki senin, sayın ziyaretçi? Amacına yönelik başka siteler yok muydu?
dizanteri mikrobunun görüntüsü: Aradığınız görüntüye şu anda ulaşılamıyor. Ama siz yeterki isteyin sayın ziyaretçim. En kısa zamanda bilim yuvası yaparım buraları ben. Keşke hep böyle şeyler arayıp da gelseniz.
su damlasının davranışları: Çok değişti bu aralar su damlası. Alıngan, huysuz, sulu göz... Pıfh!
10 haziran sabah ezanı vakti: Buyrun Diyanet İşleri Başkanlığı web sitesine -> pıt!
güneydeki insanlar nası yaşar: Bilmem, nasıl yaşar? Google'e soru sormayın kardeşim artık. O bir insan değil. Robot gibi düşün onu, anahtar kelimeleri veriyosun, o, sana uygun sonuçları listeliyor. Benim blogumun ne gibi bir uygun sonucu var o ayrıca tartışılır da, asıl belirtmek istediğim "nası" diye bir şey yok. Doğrusu "nasıl" onun.
ekose etek: Bunu aratan bunu da arattı. -> liseli porno gizli çekim (!)
ajdar: Hayır işte buna katlanamıyorum. Google bunu bana yapma, tadımı kaçırma!
sakaryada kaç sanatçı vardır: Bir sonuca ulaştıysan sayın ziyaretçi, rica ediyorum bizi de bilgilendir. Halk "İstanbul'da deprem olacak mı?" sorusundan sonra en çok bunu merak ediyor. Nasıl olsa ikisinin de yanıtını bulmak güç.


9 Kasım 2006 Perşembe

Atatürk'ün Vasiyeti


"Malik bulunduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi'ne atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:

1 - Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2 - Her seneki nemadan, bana nisbetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda bin, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki yüzer lira verilecektir.

3 - Sabiha Gökçen'e bir ev de alınabilecek ayrıca para verilecektir.

4 - Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

5 - İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır.

6 - Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumları'na tahsis edilecektir."


K. Atatürk

***

Vasiyetname Yazmaya Karar Verişi

Atatürk'ün vasiyetnamesini nasıl düzenlendiğini, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak şöyle anlatmıştı;

"1938 senesi sonbaharı, Dolmabahçe Sarayı'ndayız. Bir sabah Atatürk'ün yatak odasına girdim. Büyük adam, yatağında başı biraz yüksekte arka üstü yatıyordu. Salonu solgun bir güneş kaplamıştı. Yüzü fildişi rengindeydi. Çehresi her gün biraz daha zayıflayıp uzuyor, o gök mavisi gözleri irileşiyordu. Ben yatağının ayak ucuna doğru, gösterdiği yere oturdum. Her zaman ki suallerini tekrarladı:

"Ne haber?"

O günlerde Avrupa'da siyasi hava çok bozulmuştu. Atatürk umumi endişelere ve bir takım tehlikeli belirtilere rağmen, Almanların henüz, İtalyanların ise hiç hazırlanmamış olduklarını ileri sürerek müsterih bulunuyor. O sene harp olmayacağını, ihtilafların behemahal bir pamuk ipliğine bağlanacağını, harbi ancak 1939 senesinde veya ondan sonraki senelerde beklemek lazım geldiğini söylüyorlardı.

Son yirmi dört saat zarfında günlük meselelere dair gelen haberleri hülasa ettim. Görüşünü teyid eder mahiyette olan bu haberleri alaka ile dinliyor, ara sıra bazı şeyler soruyor ve kısa cümlelerle mütalaalar beyan ediyordu. Böyle olmakla beraber düşünceli ve heyecanlı olduğu belliydi.

Sözlerimi bitirince sağ kolunu bana doğru uzattı. Doktorlar, kati lüzum olmadıkça kuvvet sarfetmesini yasakladıkları için hareketlerinde yardım ediyorduk. Elini tuttum, doğruldu, yatağının içinde bağdaş kurdu. Birkaç dakika denize ve karşı sahile baktı. Belliydi ki heyecanını yenmeye çalışıyordu. Gözlerini bana çevirdiği zaman, uzun kirpiklerinin ıslandığını farkettim. Bütün hastalığı boyunca yanımda gösterdiği yegane zaaf (eğer bu ulvi sükunete zaaf demek uygunsa) buydu. Sonra önüne baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı.

"Bu yolda konuşmak benim içinde, senin için de, ağır bir şey ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. Hani seninle ara sıra bir işimizden bahsederdik. Hatta bunun içinde kanun çıkarılmıştı: Şu vasiyetname meselesi. Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir gün karnımdan su alınacaktır. Ne olur ne olmaz. Bağırsaklardan biri delinebilir, başka bir arıza olabilir. Herhalde ihtiyatlı olmalı."
Vasiyetini Notere Verişi

"Atatürk, 6 Ekim 1938 'de Noter'in getirilmesini istemişti. Noter İsmail Kunter Bey, Prof. Neşet Ömer Bey ve ben, yatak odasının altındaki bir odada huzuruna girebilme emrini bekliyorduk. Bu daveti alınca hep beraber üst kata çıktık ve yatak odalarına girdik.

Vaziyeti şöyleydi; yataktan çıkmış, ipek bir pijama ve yine kırmızı ipek bir rob döşambr giymiş, boynuna koyu vişne renginde ipek bir eşarp bağlamıştı. Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu bir şezlongun üzerine oturmuş sigara içiyordu.

Bizi görünce hafifçe kımıldandı: "Buyrunuz.." dedi.

Tam karşısına koydurduğu sandalyelerde üçümüze de yer gösterdi. Hatırımda kaldığına göre Noter İsmail Kunter Bey ile, yeni çıkmış olan Noter Kanunu ve İstanbul'daki noterler üzerine görüştü. Getirilen kahvelerin içilmesini bekledi. Sonra önündeki sigara masasının koyduğu kapalı zarfı aldı:

" Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman muamelesini yaparsınız..." diyerek zarfı notere verdi.

Kaynak: Tek Adam Devrimi

Atatürk'ün Cenaze Töreni Videosu : Youtube

Atatürk'ün Cenaze Töreninden Fotoğraflar: Flickr

Neden Amerika Süper Güç?

Amerikan halkı tepkisini gösterdi. Bush'u ve hükümetine seçilmiş olduklarını hatırlattı. Savunma Bakanı Rumsfeld günah keçisi ilan edildi ve görevinden oldu. Sonuç olarak ihale birisine kalacaktı. En zayıf halka Rumsfeld, "tü kaka" ilan edilip, mesele şimdilik kapatıldı.

Aslında Bush, çok güzel bir hamle ile ara seçimler öncesinde Saddam'ın idam kararını aldırıp, tepkileri manipüle etmeyi düşünmüştü. Seçmeni etkileyebileceğini zannetmişti. Ama dünyanın her yerinde, her halk günlük siyasi manevralar ile karar vermiyor. Sanırım bu sadece Türkiye'de oluyor.

Amerika'nın neden dünya siyaseti üzerinde söz sahibi olduğu "Dan Brown" kitaplarından ziyade, gündemin satır aralarında gizli. Halk tepkisini en demokratik şekliyle gösteriyor. Seçilen de ayağını denk alıyor.

Sonuç olarak, her halk hakettiği şekilde yönetiliyor.

3 Kasım 2006 Cuma

Bosuna degilmis Oxfordshire'in tren yollarinda kaybolusum. Posted by Picasa

GEZGIN MEDENIYETTE SASAR!

Bir gun boyle bir sey olacagini biliyordum. Basima sonunda geldi…

Her sabah Londra’ya binlerce kisi, kuzeyden, guneyden, dogudan, batidan yani guney Britanya’nin her noktasindan calismak uzere baskente akin ediyor. Aksam da yine bir o kadar insan geldikleri gibi evlerine geri donuyorlar. Kolay is degil bu. Yorucu, yipratici, sinir bozucu. Ben de bu guruhun icinde her gun Oxford’dan Londra’ya gocuyorum, aksam isim bitince de yine trenle memlekete donuyorum. Gunler uzunken iyi de, kis geldiginde gunler kisaldiginda bu gidip gelmeler iyice tatsizlasiyor. Aydinlikta insan en azindan arada kitabindan, gazetesinden basini kaldirip Ingiltere’nin yemyesil otlaklarina dalip gozunu dinlendirebiliyor. Karanlikta ise, karalar baglamis ruh iyice daraliyor, vagonun icindeki floresan isigina bakan gozler yorgunluktan kayip gidiyor. Bitap dusmus beden bazen kendini koyveriyor. Bu uykular bir sonraki istasyonun anonsu ile bolununce insan saskin bir sekilde uyaniyor. “Basimi yandaki lordun omzuna koymus muyum, salyam adamin halis Highland kumasindan yapilmis ceketine akmis mi?” endisesi bir kac saniyelik bir sersemlik yaratiyor. Kimi zaman uykular oyle derin oluyor ki, basima gelmesinden korktugum ama eninde sonunda gelecegini bildigim hadise sonunda oluyor.

Misil misil uyumaktayim. Ruyamda bir ziyafette yemekleri mideye indiriyorum. Keyfim yerinde. Yemege davet eden adamin miriltili konusmasi ninni gibi geliyor. Ninni dozu artiyor, garip mikrofonik bir ses aliyor ve........ uyaniyorum. Ne ninnisi, konduktor anons yapiyor, “Hanborough is the next station”. Ne, ne boroughsi kardesim? Neredeyim ben? Sersemlik telasa donusuyor. Kitabimi, gazeteleri hisimla toplayip, cantami kaptigim gibi burnumu cama dayayip karanliga bakiyorum. Mehtap paril paril parliyor. Ucsuz bucaksiz bir ova... Tren bir platformda duruyor. Hemen atliyorum trenden. Uc bes insan daha iniyor. Kucuk bir tabelada “Hanborough” yaziyor. Ne gormuslugum, ne de duymuslugum var. İstasyondan karsi platforma gecer ve gelen bir tren ile Oxford’a donerim diye dusunuyorum. Etrafta bir istasyon binasi gozukmuyor. Gozum bir ust gecit ariyor, o da yok! Kasla goz arasinda o uc bes insanda arabalarina atlayip gozden kayboluyorlar. Yasli bir kadin bisikletine binip gitmek uzereyken pesinden kosuyorum. Kekeleyerek, “Oxfo.., Oxford’a nasil donebilirim?” cumlesi agzimdan cikiyor. Kadin halime aciyor ama gercek ortada. “Bakin burasi bir avuc insanin yasadigi bir koy, Oxford’a belki bir tren iki saat sonra gecer, belki de gecmez. “Otobus?”... “Otobus ile Woodstock’a gidebilirsiniz, ama bu saatte otobus isler mi, inanin bilmiyorum”. Anayolu parmagiyla gosterip goz acip kapayincaya kadar o da gidiyor. Hanborough denen yol gecmez kervan gecmez bir koyde gecenin bir yarisi yalniz basima saga sola kosturuyorum. Koy diyorlar, ama ortada bir ev falan da yok. Bu memlekette her adim basi bir pub olur, o da yok! Yuruyen insan yok, istasyon yok, ev yok, otobus yok, yok da yok! “Bir gun basima boyle bir sey gelecegini biliyordum”deyip oyle tedbirsizce uyudugum icin kendime kiziyorum. Karsimda ucsuz bucaksiz bir ova uzayip gidiyor. Biri gelip beni kesse kimsenin ruhu duymaz. Kurda kusa yem olmak da var. Hava da inadina soguk. Gunlerdir iyi giden havalarin, bugun Norvec uzerinden gelen soguk hava dalgasina girecegi tuttu. Nasil bir ayaz, Ankara’nin kisini aratmayacak cinsten. Uzerimde kiytirik bir polar, belki bir otobus gecer diye bir agacin altinda bekliyorum. Ben ki, Laos’un daglarinda dolasmis, Burma’nin yilanli patikalarinda yonumu bulmus, Kambocya’da mayin tarlalarini asmis gezgin, su Hamborough denen kel koyden Oxford’a donemiyor! Iste gezgin boyle medeniyette sasip kalir! Hadi bakalim,
saril cep telefonuna, kurtarsin seni karin. Hadi hayirli isler...