
Akşam eve gelirken, üçü bir arada dedikleri kahvelerden aldım. Hem de bir sürü. Yanında da makarna, yoğurt ve bir paket de kısa Winston Box.
Kapıyı açar açmaz mutfağa yöneldim. Günlerdir fındık ezmesinden başka bir şey görmemiş mideme bir güzellik yapıp, bu akşam makarna yiyeceği müjdesini verdim. Bu durum, sandığımın aksine pek hoşuna gitmedi. Burun kıvırdı. Pardon guruldadı. Sanırım bu onun memnuniyetsizlik belirtisiydi.
Su ısıtıcısının kapağı tozlanmış. Aldırmadım. İçinde sürekli su bulunduğu için, nedense içinin temiz olduğuna kanaat getirdim. Su temizliktir çünkü.
Su ısınana kadar makarnaları tencereye doldurdum. Bundan keyif aldım. Biraz sonra o sert hamur parçacıklarının yumuşayıp, büyüyeceklerini ve üzerlerine yoğurt da dükülünce tadından yenmeyeceğini düşünmek hoşuma gitmişti.
Fenerium'dan hediye kupamın içerisine kahvemi boşalttım. İçerisine bir tane de çay kaşığı attım. Ben bu bardağın renklerine aşıktım.
Dosyamı odama bıraktım, üzerimdeki gömlek ve kravatı bir sonraki gün giyilebilecek şekilde ütü masasının üzerine yaydım. Pantolonun kırışıklığına aldırmadım. Nasıl olsa bir kez oturduktan sonra ütü izi falan kalmıyordu. Pekala yarın da giyilebilir gibiydi işte.
Bu arada suyun ısındığını haber veren fokurdama sinyalini aldım. Üzerime rahat birşeyler giyip, mutfağa yöneldim. (Bu kısım bana da çok erotik geldi.) Makarnalarla aramdaki ilişkiyi bozmadan, ilk sıcak teması onlarla gerçekleştirdim. Artan suyu kahve fincanına ( kupa mıydı yoksa? ) ayırdım.
Günün ikinci yarısı başlıyordu şimdi. Bir paket sigara, bir fincan kahve ve koca bir tabak yoğurtlu makarna.
Zannediyorum; öğrencilik yurdun hemen her yerinde benzer şekillerde yaşanıyor.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder