17 Aralık 2006 Pazar

Doktor Olmak


Dünya böylesine güzel
olur muydu yine
diplomasını çerçeveleyip
para kazanma derdine
düşseydi Dr. Che
yüreğini dağlara asmak yerine...

Sunay Akın



Blogunuzun Değeri Ne?


Şuradan yakaladığım bir link vasıtasıyla an itibariyle blogumun değerini öğrenmiş bulunuyorum. Bu fiyatı verecek olana gözümü kırpmadan blogumu da, üzerimdeki bütün domainleri de satarım. Affetmem! (: Pıt!

16 Aralık 2006 Cumartesi

Dünyayı Kurtaran Adamın Bacanağı

Bir Hababam Sınıfı vardı. Çocukluğumuzda keyifle izlediğimiz... Kemal Sunal filmleri vardı. "Eşşoğlu eşşek" deyip de gülümsediği zaman, biz de gülerdik. Cüneyt Arkın'ın vurdulu kırdılı "Kahpe Bizans" oyunlarında milliyetçi tarafımız okşanırdı. Hep yenerdik o Yunan'da bozma isimleri olan, pis sakallı adamları.

Mehmet Ali Erbil önce Hababam Sınıfı'nı bir kaç seri daha çekerek, laçka hale getirdi. Şimdi sıra Cüneyt Arkın'ın filmlerine gelmiş anlaşılan. Korkarım, sırada Kemal Sunal filmleri var. İşte o zaman çocukluğuma ait o hoş anıların hepsi birer birer silinecek.

Gidip gitmemek arasındaki tercih karmaşasında, magazinsel şişirmenin gazı galip geldi ve bileti alıp kendimizi sinema koltuğunda bulduk. Gora'nın üzerine "uzay komedisi" çekmek, çok fazla piyasaya oynamak gibi gelse de, zihnimin önyargı oluşturma çabalarını defetmeye çalıştım. Kadronun şöhret çıtasının epey yüksek tutulmasını geçtim.

Herşey garantiye alınmıştı belli ki. 2 milyon avro bayılıp yaptırılan, toplamı beş dakikayı geçmeyen efektlerin parasını her haliyle çıkaracak bir film olduğu kesindi.

Ne yazık ki, Türkler Uzayda yazdığımıza bugün Google Amca neler çıkartırsa karşımıza, film bize ondan daha fazlasını veremiyordu. Senaristlik bu kadar basit olmamalı. Seyirci aptal yerine konmamalı. Uzay gemisinin direksiyonun naylonunu çıkarmamakla, sürekli çay içmekle, yerleri temizlikçi kadına temizletmekle, araç üzerine yazılan birkaç bayatlamış espiri ile mizah yapılamıyor maalesef. Ve sizin hitap etmek istediğiniz o herşeye gülen tabaka da artık bunlara gülmüyor.

Gora'nın çok kötü bir kopyasını yapmak için Kartal Tibet'in yönetmen olmasına gerek yok ki. Saçını yandan uzatmış, sinir kahkahalar atan bir kötü adam, prototip uzaylılar, güzel manken kızlar... Herşey bu kadar benzer olur mu? Bu film yeni ne anlattı bana? Yaratıcılık adına ne yaptı?

Cüneyt Arkın başrolde oynuyor diye sunulan filmde ben konuk oyuncu olarak bile göremedim Dünyayı Kurtaran Adamı. İki kere ya çıktı ya çıkmadı. Mehmet Ali Erbil tek başına oynamış, yanına güzel üç tane kız verilmiş, araya bir tane Deniz Seki katılmış...O Deniz Seki ki, filme doksan dakika dayanma sebebimdir.

Aptal yerine konmaktan nefret ediyorum. Buradan da herkesi uyarıyorum. Bu filme gitmeyin.

Mehmet Ali Erbil'in oynadığı hiç bir filmi sinemada izlemeyin. Üç ay sonra televizyona düşecektir zaten.

Bizde piyasaya oynayan bu kadar artist varken, dünyayı falan kurtaramayız biz. İki vakte kadar, cılkını çıkartmak adına Dünyayı Kurtaran Adam'ın Torunu falan yaparız. Yine ekmeğini yediririz biz bu işin.

Yaparız biz.

Kısa not: N'olur Mehmet Ali Erbil'e film falan çektirmeyin artık! Yeter, vallahi yeter!


13 Aralık 2006 Çarşamba

Nostalji Ekranı

Buraya necefli maşrapa resmi de koyabilirdim aslında. Ama koymak istemedim. Demek ki istediğimi yapmakta ve yapmamakta özgürüm. Ben özgürüm, sadece özgürüm.

İstememek demişken, bu aralar canım da hiç yazmak istemiyor. Şimdilik sizi, arşivden kısacık, ufacık, tefecik, içi duygu dolu bir yazı ile baş başa bırakıyorum. Televizyonlar gibi boş kalan yerlere bundan böyle çok ilgi görmeyen ama eski bölümleri elimde kalan dizileri yayınlayacağım. Pardone, yazıları yayınlayacağım.

***

hep hüzne alışmış ya sevincin yabancı geldi yüreğime ...
seni yerine kimseyi koyamadığım herkesin yerine koymuştum.
başka şeyler farklı hisler aramıştım sende...
bulmuştum da...
gülleri sunmuştum gözlerine...
dilinden dökülen bütün sevgi dolu sözcüklere diz çökmüştüm...
ne olduysa, yine hüzne sevdalı kalmıştı yüreğim...
sensizlikler yakmıştım günde üç paket...
denize düşmüş izmaritlerin hikayesini yazmıştık ya beraber,
şimdi hepsinin hikayesi aynı bende...
deniz bakıp,
dalıp,
o , geceye sessizlik veren ışıkların büyüsüyle geçmişten konuşmuştuk ya...
artık geçmişten konuşamıyorum ben...
geçmiş hiç olmadığı kadar acı veriyor bana...
seni yazmışım aslında , o her gece okuduğum ancak adını koyamadığım şiirlerde...
mısra mısra sevmişim seni...
çıkar beklemeden, karşılık görmeden...
safça, temizce, delikanlıca...
şimdi senin kokun karışmış şiirlere...
yaşadığım herşeye senden bir parça karışmış...
sözlere bile sen sinmişsin...
seni unutmak istemiyorum...
ondan olsa gerek, sen olmasanda yanımda hala Seni Seviyorum...

2004 Mart(blog.arsiv)

11 Aralık 2006 Pazartesi

Müslüman sol geliyor!

'Nerede bu Müslüman Sol' diye beklenen hareket, pazartesi sabahı sürprizi olarak karşıma çıktı Ahmet Hakan'ın bugünkü yazısında. İslami Sağ'ın bu kadar güçlü olduğu bir ülkede İslami Sol'un olmaması nereden bakılırsa bakılsın acayip bir durum, fakat bu durum değişebilir gibi gözüküyor. Yazının konuyla ilgili kısmı şöyle:

"Müslüman sol geliyor OH be! NİHAYET, "Müslüman eşittir sağcıdır" paradigması esaslı bir darbe yiyecek.Nihayet, "Bir Müslümanın solcu olması, sağcı olmasından evladır" anlayışı siyaset dünyasında yankı bulacak.Çünkü...Yılların CHP’lisi Ertuğrul Günay ile yılların İslamcısı Mehmet Bekaroğlu el ele verip, bir "Müslüman sol" hareket başlatıyor!Sakın yanlış anlaşılmasın...Bu hareket, Şanar Yurdatapan’ın "Kızıl"ı, Abdurrahman Dilipak’ın "Yeşil"i temsil ettiği o "İkili hareket"e hiç mi hiç benzemiyor.Yani...Biri, "Ben solcu ve tanrıtanımazım ama pekala Abdurrahman’la oturup konuşabiliyorum", diğeri ise, "Ben İslamcıyım ama Şanar’ın şarabına karışmıyorum" tarzı mesajlar vermiyor.Günay ile Bekaroğlu ikilisinin farkı şurada:İkisi de "Biz solcuyuz" diyor. İkisi de "Biz Müslüman’ız" diyor. Hatta...Bekaroğlu, hem Müslüman olup, hem de solcu olunabileceğinin teorik çerçevesini çizerken, Ertuğrul Günay, hem solcu olup hem de Müslüman kalınabileceğinin teorik çerçevesini çizmekle meşgul. Yani...Birinin "Müslüman" tarafı, diğerinin "Sol" tarafı temsil ettiği bir hareket değil bu...Söz konusu olan "Farklı gibi görünen iki anlayışı" bir potada eritmiş iki siyasetçinin buluşması...***Günay ve Bekaroğlu ile geçtiğimiz günlerde kahvaltıda buluştuk.İkisi de heyecanlı ama temkinliydi.Hemen bir siyasi parti oluşumuna gitmek yerine, bu yeni anlayışın nasıl bir yankı uyandıracağını görmek için zemin yoklaması yapma kararı almışlar.Bu doğrultuda çeşitli kesimlerle buluşup tartışıyorlarmış."Müslüman solcu" anlayışının, siyasete yansımasının anahtar kavramlarını şöyle sıralıyorlar:"Eşitlik, adalet, özgürlük."Bu üç temel kavramın İslam ile sol arasındaki hedef birliğini temsil ettiğini düşünüyorlar.Ardından da ekliyorlar:"Ne CHP solcu, ne AKP İslamcı... Bu iki parti de eşitlik, adalet ve özgürlük konusunda samimi ve ısrarcı değil."Bekaroğlu Che’den, Ertuğrul Günay Ali Şeriati’den söz ediyor.Ve her ikisi de "Türkiye’de sol sağdır, sağ soldur" diyen İdris Küçükömer Hoca’yı rahmet ve minnetle anıyor."
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5589888.asp?yazarid=131


İlginç tabi. İslamiyat dergisinin 'İslamın Sol Yorumu' diye bir sayısı vardı, hatta ben de almıştım ama nerelerde n'oldu da o sayı kayboldu hala bilemiyorum. Artık elimde yok. Belli ki yayıncının da elinde yok çünkü İslamiyat dergisinin websitesinde 'stokta kalmamış' deniyor.
http://www.islamiyat.com.tr/kitabiyat/index.php?c=52&p=118 Yazık. Soğuk Savaş döneminde, sosyalist düşüncenin etkisiyle bu akım daha güçlüydü. Sosyalizmin eşitlikçi düsturunu İslam dininde 'zaten var' diye kapsayıcı bir anlayışla ele alanlar vardı. Fakat elbette din siyasete alet edilmemeli, hatta teorik anlamda da hiçbir din, ister Hristiyanlık, Musevilik, İslamiyet olsun, 'bu din aslında kapitalisttir, yok aslında sosyalisttir' diye kendi ortaya çıktıkları devirlerde var olmayan akımlara indirgenmemeli, fakat paralleliklerin vurgulanması elbette ki kabul edilebilir. Sonuçta sağ partiler onyıllardır dini kendi ideolojilerine destek veren bir unsur olarak kullandıklarına göre, demek ki genel bir prensip olarak din-siyaset ayrılığı zaten sürekli ihlal edilmiş. Denilebilir ki solcular da benzerini yapsa n'olur? Sağın yanlışı solu haklı çıkarmaz ve bu yüzden dikkatli olmak gerek. Sonuç olarak bu kadar güçlü bir İslami Sağ'ın olduğu bir ülkede İslami Sol'un olmaması mantıksız bir durumdu, ve durumun aşılmaya çalışıldığını gösteren bu köşeyazısı ilgi çekici.

Tam bu köşeyazısının üstüne Yeni Şafak'ın bugünkü haberi bu Müslüman Sol hareketin tamamlanma aşamasına geldiğini ve kısa zamanda partileşeceğini belirtiyor. Saadet Partili Mehmet Bekaroğlu'yla eski CHP genel sekreteri Ertuğrul Günay'ın ortak çabası yılbaşına kadar basın toplantısıyla halka tanıtılacak, yılbaşından sonra da kısa sürede parti olarak kurulacakmış.
http://www.yenisafak.com.tr/politika/?t=12.12.2006&q=1&c=2&i=19137&Müslümansol/parti/de/kuruluyor