(Bir ay kadar önce yazılmış, kimsenin yayınlamak istemediği bir yazım...)
Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı krizleri ve 22 Temmuz seçimleriyle geçirdiği Nisan-Ağustos ayları arasında, Türkiye’nin dünyadaki en büyük diyasporası, Almanya’da yaşayan 3 milyona yakın Türkiye kökenli insanımız, siyasal alanda çok büyük bir darbe aldı. Haziran ayında Alman Federal Meclisi Bundestag’ta kabul edilen, Ağustos ayında da Cumhurbaşkanı Horst Köhler tarafından onaylanan göç yasasındaki yeni değişiklikler sayesinde, 1961’deki işçi alım anlaşmasıyla başlayan Almanya’ya Türk göçü fiilen durma noktasına gelecektir ki yasanın amacı da zaten budur. Frankfurt havaalanına ve Almanya’daki bir Amerikan üssüne bombalı saldırı planladıkları gerekçesiyle gözaltına alınan zanlılardan birinin Türk vatandaşı olması da, maalesef, çifte standartlı bu yeni göç yasasına karşı verilen tepkileri iyice susturmak için kullanılacaktır. Bugün için tek umut, Türkiye ve Arap ülkelerinden gelenlere özel bir ayrımcılığı içeren bu yasanın Alman Anayasa Mahkemesi tarafından eşitlik ilkesine aykırı bulunarak iptal edilmesi, veya Türkiye’nin ve Almanya’daki göçmen kökenlilerin baskısıyla yasanın değiştirilmesidir.
Göç yasasında yapılan değişiklik, kısaca, Almanya’da oturan bir kimsenin Türkiye’den (veya Arap ülkelerinden) birisiyle evlenmesi durumunda, eşini Almanya’ya getirebilmesini, eşinin temel seviyede Almancaya hakim olması şartına bağlıyor. Peki bu değişiklik neden bu kadar önemli? Birincisi, Almanya’nın göç tarihiyle çok yakından ilgili. Almanya aslında Türkiye’den işçi alımına 1973 yılında dünya petrol krizini bahane ederek son verdi. Peki o zaman biz nasıl oluyor da bu tarihten sonraki 34 yılda da Almanya’ya Türk göçünden bahsedebiliyoruz? İşte bu sorunun cevabı aslında bugün tartıştığımız göç yasasındaki yeni değişikliklerin neden bu kadar önemli olduğunu da ortaya koyuyor.
1973’te Alman hükümeti, Türkiye’den işçi göçünü durdurduğunda, ülkedeki Türk nüfusunun da aşağı yukarı o gün için Almanya’da ikamet edenlerden ibaret olacağını, ve hatta bunların çoğunun Türkiye’ye kesin dönüş yapacağı varsayıldığından, Türkiye kökenli nüfusun azalacağı beklentisi içine girdi. Oysa durum bunun tam tersi oldu: 1973’teki işçi alımının durdurulması kararından sonra ve bu kararın beklenmedik bir sonucu olarak Türkiye kökenli işçiler Türkiye’deki eşlerini ve çocuklarını da yasadaki “aile birleşimi” hükmüne dayanarak Almanya’ya getirdiler. Böylece Türkiye kökenli işçilerin Almanya’daki varlığı aileleriyle tamamlanarak kalıcı bir hal aldığı gibi aynı zamanda sayıları da katlandı. Bu gelişmeyle birlikte göç hikayesinin kalıcı bir teması daha ortaya çıktı: Türkiye kökenlilerin evlenme yaşı gelince eşlerini Türkiye’den seçip onları da Almanya’ya getirmeleri konusu. Bu konu Türk sinemasında 1970’lerin “Almanya Acı Vatan” filminden 2000’lerin “Duvara Karşı” filmine kadar Almanya’daki Türklere dair hemen her filmde sıklıkla işlenen bir konudur. Türkiye’den bir kimseyle evlenerek eşini Almanya’ya getirmek, Türkiye’den Almanya’ya göçün günümüzde halen devam eden ve sayıca önemli bir seviyede seyreden tek boyutuydu. Alman hükümeti yeni yasayla göçün devam etmesini sağlayan bu son kapıyı da kapamayı hedeflemiş ve bugün itibariyle bu hedefine de ulaşmış gözükmektedir.
Bu konunun Türkiye için önemini anlatmak için bazı gerçekleri hatırlamak yeter: Almanya’daki Türkiye kökenli nüfus tek başına dünyanın diğer tüm ülkelerindeki Türkiye kökenli nüfusun toplamından daha büyüktür. İkincisi, Federal Almanya 1960’lardan günümüze Türkiye’nin Ortak Pazar ve sonrasında AB ülkeleriyle ilişkilerinde, bu topluluklara biraz geç ve ancak kısmen dahil olan İngiltere’yi saymazsak, Türkiye’nin kabul görmesinde ve entegre edilmesinde lokomotif görevi görmüş olan ülkedir. Gerhard Schröder’in şanşölyeliğinde Sosyal Demokrat-Yeşiller koalisyon hükümeti yönetimde Almanya’nın büyük desteği olmasıydı belki de Türkiye AB müzakerelerine başlayamaz, ve hatta AB adaylığına bile kabul edilmezdi. Türkiye karşıtı bir Fransa ve Türkiye yanlısı bir İngiltere arasında, AB’nin en büyük ülkesi Almanya’nın ağırlığını hangi tarafa koyacağını Türkiye’nin AB serüveninde belirleyici öneme sahiptir. Dolayısıyla Almanya’daki Türkiye kökenli insanlar ve onlara karşı Alman devletinin ve medyasının takındığı tavır, Türkiye’nin AB perspektifi açısından da büyük önem taşır.
Bu dış politik önemin ötesinde şüphesiz bu 3 milyona yaklaşan ve Almanya’da ikamet eden insanlarımızın halen büyük çoğunluğunun, kısmen Alman hükümetinin engelleyici ve dışlayıcı tavrı nedeniyle, Türk vatandaşı olmalarından dolayı Türkiye Cumhuriyetinin doğrudan sorumluluğu olduğunu belirtmekte yarar var. Türkiye’nin Almanya’daki Türkler adına sorunlara müdahil olması ve Alman hükümetini gerekirse uyarması ve kınaması, mevzu bahis olan grubun kahir ekseriyetinin halen Türk vatandaşı olması sebebiyle Almanya’nın içişlerine karışmak değil, o ülkedeki Türk vatandaşlarının temel insan haklarını korumak olarak görülmelidir. Bu da, üç hatta dört kuşaktır Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanlara vatandaşlık hakkını vermemekte direnen Almanya’nın kısmen hakettiği bir tepkidir.
Bundan önce göç, göçmen hakları, ve vatandaşlık konularında çıkarılan birçok yasa gibi, son aylarda çıkarılan bu yasa da esas itibariyle Türkiye kökenlileri hedef alan ayrımcı bir yasadır. Bir yasanın yalnızca Türkiye ve Arap ülkelerinden gelen eşlere uygulanması hiçbir forumda insan hakları bakış açısından savunulamaz. Üstelik Alman hükümeti tarihsel olarak Türkiye’den Almanya’ya göçün en çok yaşandığı Orta ve Doğu Anadolu bölgelerimizde müstakbel gelin ve damat adaylarının temel seviyede de olsa Alman devletini tatmin edecek derecede Almanca öğrenebilecekleri olanakların olmadığını çok iyi bilmekte, ve dolayısıyla bu yasanın Türkiye’den her yıl onbinleri bulan evlilik yoluyla göçü bıçak gibi keseceğini ummaktadır, ve hakikaten bu amaca ulaşacak gibi gözükmektedir. Yeni hükümetimizin, cumhurbaşkanımızın, medya ve sivil toplum kuruluşlarımızın bu konuda Alman hükümeti nezdinde gerekli tepkiyi vereceklerini ve nihayetinde bu yasanın Alman Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceğini, eğer o da olmazsa yeni bir yasayla geçersiz kılınacağını ummaktan başka şimdilik bir çare yok.
Almanya, Alman milleti sadece bir tek etnik gruptan, Alman etnisitesinden, ibaret olarak tanımlamaktan vazgeçmeli ve göçmen kökenlilerin temel insan haklarını ve vatandaşlık haklarını teminat altına almalıdır.
2 Ekim 2007 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder