17 Aralık 2006 Pazar

Doktor Olmak


Dünya böylesine güzel
olur muydu yine
diplomasını çerçeveleyip
para kazanma derdine
düşseydi Dr. Che
yüreğini dağlara asmak yerine...

Sunay Akın



Blogunuzun Değeri Ne?


Şuradan yakaladığım bir link vasıtasıyla an itibariyle blogumun değerini öğrenmiş bulunuyorum. Bu fiyatı verecek olana gözümü kırpmadan blogumu da, üzerimdeki bütün domainleri de satarım. Affetmem! (: Pıt!

16 Aralık 2006 Cumartesi

Dünyayı Kurtaran Adamın Bacanağı

Bir Hababam Sınıfı vardı. Çocukluğumuzda keyifle izlediğimiz... Kemal Sunal filmleri vardı. "Eşşoğlu eşşek" deyip de gülümsediği zaman, biz de gülerdik. Cüneyt Arkın'ın vurdulu kırdılı "Kahpe Bizans" oyunlarında milliyetçi tarafımız okşanırdı. Hep yenerdik o Yunan'da bozma isimleri olan, pis sakallı adamları.

Mehmet Ali Erbil önce Hababam Sınıfı'nı bir kaç seri daha çekerek, laçka hale getirdi. Şimdi sıra Cüneyt Arkın'ın filmlerine gelmiş anlaşılan. Korkarım, sırada Kemal Sunal filmleri var. İşte o zaman çocukluğuma ait o hoş anıların hepsi birer birer silinecek.

Gidip gitmemek arasındaki tercih karmaşasında, magazinsel şişirmenin gazı galip geldi ve bileti alıp kendimizi sinema koltuğunda bulduk. Gora'nın üzerine "uzay komedisi" çekmek, çok fazla piyasaya oynamak gibi gelse de, zihnimin önyargı oluşturma çabalarını defetmeye çalıştım. Kadronun şöhret çıtasının epey yüksek tutulmasını geçtim.

Herşey garantiye alınmıştı belli ki. 2 milyon avro bayılıp yaptırılan, toplamı beş dakikayı geçmeyen efektlerin parasını her haliyle çıkaracak bir film olduğu kesindi.

Ne yazık ki, Türkler Uzayda yazdığımıza bugün Google Amca neler çıkartırsa karşımıza, film bize ondan daha fazlasını veremiyordu. Senaristlik bu kadar basit olmamalı. Seyirci aptal yerine konmamalı. Uzay gemisinin direksiyonun naylonunu çıkarmamakla, sürekli çay içmekle, yerleri temizlikçi kadına temizletmekle, araç üzerine yazılan birkaç bayatlamış espiri ile mizah yapılamıyor maalesef. Ve sizin hitap etmek istediğiniz o herşeye gülen tabaka da artık bunlara gülmüyor.

Gora'nın çok kötü bir kopyasını yapmak için Kartal Tibet'in yönetmen olmasına gerek yok ki. Saçını yandan uzatmış, sinir kahkahalar atan bir kötü adam, prototip uzaylılar, güzel manken kızlar... Herşey bu kadar benzer olur mu? Bu film yeni ne anlattı bana? Yaratıcılık adına ne yaptı?

Cüneyt Arkın başrolde oynuyor diye sunulan filmde ben konuk oyuncu olarak bile göremedim Dünyayı Kurtaran Adamı. İki kere ya çıktı ya çıkmadı. Mehmet Ali Erbil tek başına oynamış, yanına güzel üç tane kız verilmiş, araya bir tane Deniz Seki katılmış...O Deniz Seki ki, filme doksan dakika dayanma sebebimdir.

Aptal yerine konmaktan nefret ediyorum. Buradan da herkesi uyarıyorum. Bu filme gitmeyin.

Mehmet Ali Erbil'in oynadığı hiç bir filmi sinemada izlemeyin. Üç ay sonra televizyona düşecektir zaten.

Bizde piyasaya oynayan bu kadar artist varken, dünyayı falan kurtaramayız biz. İki vakte kadar, cılkını çıkartmak adına Dünyayı Kurtaran Adam'ın Torunu falan yaparız. Yine ekmeğini yediririz biz bu işin.

Yaparız biz.

Kısa not: N'olur Mehmet Ali Erbil'e film falan çektirmeyin artık! Yeter, vallahi yeter!


13 Aralık 2006 Çarşamba

Nostalji Ekranı

Buraya necefli maşrapa resmi de koyabilirdim aslında. Ama koymak istemedim. Demek ki istediğimi yapmakta ve yapmamakta özgürüm. Ben özgürüm, sadece özgürüm.

İstememek demişken, bu aralar canım da hiç yazmak istemiyor. Şimdilik sizi, arşivden kısacık, ufacık, tefecik, içi duygu dolu bir yazı ile baş başa bırakıyorum. Televizyonlar gibi boş kalan yerlere bundan böyle çok ilgi görmeyen ama eski bölümleri elimde kalan dizileri yayınlayacağım. Pardone, yazıları yayınlayacağım.

***

hep hüzne alışmış ya sevincin yabancı geldi yüreğime ...
seni yerine kimseyi koyamadığım herkesin yerine koymuştum.
başka şeyler farklı hisler aramıştım sende...
bulmuştum da...
gülleri sunmuştum gözlerine...
dilinden dökülen bütün sevgi dolu sözcüklere diz çökmüştüm...
ne olduysa, yine hüzne sevdalı kalmıştı yüreğim...
sensizlikler yakmıştım günde üç paket...
denize düşmüş izmaritlerin hikayesini yazmıştık ya beraber,
şimdi hepsinin hikayesi aynı bende...
deniz bakıp,
dalıp,
o , geceye sessizlik veren ışıkların büyüsüyle geçmişten konuşmuştuk ya...
artık geçmişten konuşamıyorum ben...
geçmiş hiç olmadığı kadar acı veriyor bana...
seni yazmışım aslında , o her gece okuduğum ancak adını koyamadığım şiirlerde...
mısra mısra sevmişim seni...
çıkar beklemeden, karşılık görmeden...
safça, temizce, delikanlıca...
şimdi senin kokun karışmış şiirlere...
yaşadığım herşeye senden bir parça karışmış...
sözlere bile sen sinmişsin...
seni unutmak istemiyorum...
ondan olsa gerek, sen olmasanda yanımda hala Seni Seviyorum...

2004 Mart(blog.arsiv)

11 Aralık 2006 Pazartesi

Müslüman sol geliyor!

'Nerede bu Müslüman Sol' diye beklenen hareket, pazartesi sabahı sürprizi olarak karşıma çıktı Ahmet Hakan'ın bugünkü yazısında. İslami Sağ'ın bu kadar güçlü olduğu bir ülkede İslami Sol'un olmaması nereden bakılırsa bakılsın acayip bir durum, fakat bu durum değişebilir gibi gözüküyor. Yazının konuyla ilgili kısmı şöyle:

"Müslüman sol geliyor OH be! NİHAYET, "Müslüman eşittir sağcıdır" paradigması esaslı bir darbe yiyecek.Nihayet, "Bir Müslümanın solcu olması, sağcı olmasından evladır" anlayışı siyaset dünyasında yankı bulacak.Çünkü...Yılların CHP’lisi Ertuğrul Günay ile yılların İslamcısı Mehmet Bekaroğlu el ele verip, bir "Müslüman sol" hareket başlatıyor!Sakın yanlış anlaşılmasın...Bu hareket, Şanar Yurdatapan’ın "Kızıl"ı, Abdurrahman Dilipak’ın "Yeşil"i temsil ettiği o "İkili hareket"e hiç mi hiç benzemiyor.Yani...Biri, "Ben solcu ve tanrıtanımazım ama pekala Abdurrahman’la oturup konuşabiliyorum", diğeri ise, "Ben İslamcıyım ama Şanar’ın şarabına karışmıyorum" tarzı mesajlar vermiyor.Günay ile Bekaroğlu ikilisinin farkı şurada:İkisi de "Biz solcuyuz" diyor. İkisi de "Biz Müslüman’ız" diyor. Hatta...Bekaroğlu, hem Müslüman olup, hem de solcu olunabileceğinin teorik çerçevesini çizerken, Ertuğrul Günay, hem solcu olup hem de Müslüman kalınabileceğinin teorik çerçevesini çizmekle meşgul. Yani...Birinin "Müslüman" tarafı, diğerinin "Sol" tarafı temsil ettiği bir hareket değil bu...Söz konusu olan "Farklı gibi görünen iki anlayışı" bir potada eritmiş iki siyasetçinin buluşması...***Günay ve Bekaroğlu ile geçtiğimiz günlerde kahvaltıda buluştuk.İkisi de heyecanlı ama temkinliydi.Hemen bir siyasi parti oluşumuna gitmek yerine, bu yeni anlayışın nasıl bir yankı uyandıracağını görmek için zemin yoklaması yapma kararı almışlar.Bu doğrultuda çeşitli kesimlerle buluşup tartışıyorlarmış."Müslüman solcu" anlayışının, siyasete yansımasının anahtar kavramlarını şöyle sıralıyorlar:"Eşitlik, adalet, özgürlük."Bu üç temel kavramın İslam ile sol arasındaki hedef birliğini temsil ettiğini düşünüyorlar.Ardından da ekliyorlar:"Ne CHP solcu, ne AKP İslamcı... Bu iki parti de eşitlik, adalet ve özgürlük konusunda samimi ve ısrarcı değil."Bekaroğlu Che’den, Ertuğrul Günay Ali Şeriati’den söz ediyor.Ve her ikisi de "Türkiye’de sol sağdır, sağ soldur" diyen İdris Küçükömer Hoca’yı rahmet ve minnetle anıyor."
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5589888.asp?yazarid=131


İlginç tabi. İslamiyat dergisinin 'İslamın Sol Yorumu' diye bir sayısı vardı, hatta ben de almıştım ama nerelerde n'oldu da o sayı kayboldu hala bilemiyorum. Artık elimde yok. Belli ki yayıncının da elinde yok çünkü İslamiyat dergisinin websitesinde 'stokta kalmamış' deniyor.
http://www.islamiyat.com.tr/kitabiyat/index.php?c=52&p=118 Yazık. Soğuk Savaş döneminde, sosyalist düşüncenin etkisiyle bu akım daha güçlüydü. Sosyalizmin eşitlikçi düsturunu İslam dininde 'zaten var' diye kapsayıcı bir anlayışla ele alanlar vardı. Fakat elbette din siyasete alet edilmemeli, hatta teorik anlamda da hiçbir din, ister Hristiyanlık, Musevilik, İslamiyet olsun, 'bu din aslında kapitalisttir, yok aslında sosyalisttir' diye kendi ortaya çıktıkları devirlerde var olmayan akımlara indirgenmemeli, fakat paralleliklerin vurgulanması elbette ki kabul edilebilir. Sonuçta sağ partiler onyıllardır dini kendi ideolojilerine destek veren bir unsur olarak kullandıklarına göre, demek ki genel bir prensip olarak din-siyaset ayrılığı zaten sürekli ihlal edilmiş. Denilebilir ki solcular da benzerini yapsa n'olur? Sağın yanlışı solu haklı çıkarmaz ve bu yüzden dikkatli olmak gerek. Sonuç olarak bu kadar güçlü bir İslami Sağ'ın olduğu bir ülkede İslami Sol'un olmaması mantıksız bir durumdu, ve durumun aşılmaya çalışıldığını gösteren bu köşeyazısı ilgi çekici.

Tam bu köşeyazısının üstüne Yeni Şafak'ın bugünkü haberi bu Müslüman Sol hareketin tamamlanma aşamasına geldiğini ve kısa zamanda partileşeceğini belirtiyor. Saadet Partili Mehmet Bekaroğlu'yla eski CHP genel sekreteri Ertuğrul Günay'ın ortak çabası yılbaşına kadar basın toplantısıyla halka tanıtılacak, yılbaşından sonra da kısa sürede parti olarak kurulacakmış.
http://www.yenisafak.com.tr/politika/?t=12.12.2006&q=1&c=2&i=19137&Müslümansol/parti/de/kuruluyor

29 Kasım 2006 Çarşamba

Eheh. Komiksiniz.


Sevgili takipçilerim, Binbir Gece dizisinin güzel kızı Bergüzar Korel ile ilgili yazdığım yazının Google'da üst sıralarda kendine yer bulması hasabiyle blogum son bir kaç gündür epey karışık bir trafik yaşıyor. Gelen giden eksik olmuyor.

"Kişisel günlük deneyimi" adını verdiğim bu web çalışmamda geçen günlerde bir quiz oluşturmuş ve yakın dostlarımdan, sıkı takipçilerimden yanıtlamalarını istemiştim. Ne oldu peki? Trafik artınca kimin doldurduğunu takip edemez hale geldim, bir sürü art niyetli insanın saldırısına uğradı.

Siteyi takip edip, alt ve üst kısımdaki alıntılardan rahatsız olan, rahatsızlığını emrivaki ile kabul ettirmeye çalışan da oldu. Blogun alt kısmında Can Dündar'ın ilgili yazısından yapılan alıntıya sinirlenip ayar vermeye çalışan bile oldu. Ne yazık ki sanal gerçekliğin arkasına sığınıp, atıp tutmakta gösterdikleri cesareti kimliklerini açıklamakta gösteremediler.

Eğlence amaçlı oluşturduğum quizden esinlenip bir benzerini oluşturmuş duyarlı vatandaşımızlardan birisi. ( * ) Bana ataist mi dememiş, ilgili yazıyı düzeltmem için baskı mı yapmamış. Eheh. (:

Ülkem ile gurur duyuyorum, milliyetçilik söz konusu olunca mangalda kül bırakmam ama bazılarının kafası mitlerle, doğmalarla o kadar şişirilmiş ki, düşünmeyi unutmuşlar. Azıcık araştır, diğer sayfalara git, kimmiş bu adam, ne düşünüyormuş de. Düşün bakayım, ne demeye çalışıyor bu adam diye. Özür dilerim, düşünmeye çalış en azından.

Yazı, Can Dündar'a ait, Milliyet'den alıntıdır.(*) Ataist falan değilim. Olana da sonuna kadar saygı duyarım. Dilediğine dilediği kadar inanmak kişisel tercihlerdendir. İnanç bambaşka bir kulvardır. İnsanoğlunun özelidir. Kapalı kapılarıdır.

İnançlarımı buradan anlatacak, ya da "müslümanım ben" diye haykıracak değilim. Sadece hala yanlış anlayabilenlere yapmak istediğim kısa bir açıklamam var. Alt sütunda ve üst sütunda yapılan alıntılar ülkenin çarpık gerçeklerine tutulmuş birer aynadır. İkisi de bu ülkenin saygın gazetecilerinin kaynak gösterilerek yayınlanmış makalelerinden alıntıdır.

Sevgili kardeşlerim, düşüncelerinizi kapalı zarf usulü değil de, açık sözlülükle yukardaki "tut-çek" butonuna bastıktan sonra çıkan e-posta adresi ile iletirseniz sevinirim.

Mmcuk.

26 Kasım 2006 Pazar

Bergüzar Korel

Epeydir tuhaf davranıyorum. Ama bu kadarını yapmamalıyım. Kendime dur demem gereken yerdeyim. Bu yaştan sonra oturup "kadın dizileri" izlememeliyim. Yok artık, daha neler! Bir adım sonrası "kadın programları"...

Ama onu izlemeden de yapamıyorum. Kendimden ödün veriyorum, izliyorum. Alışkanlık yapmasından korkuyorum. Düşünsenize, Bergüzar Korel gibi masum bakan bir kaç bayan oyuncu daha girerse hayatımıza, ben her akşam prime-time'ın en çok izlenen dizilerinde vakit öldürebilirim.

Aman Allah korusun. Başka Bergüzar'a gerek yok zaten. O bir tane. (:

Bonus: Konuyla alakasız olmasına rağmen şu videoyu izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.


15 Kasım 2006 Çarşamba

Quizimi cevaplar mısın?


Beni ne kadar tanıyorsun; işte ufak bir test. Heyecanlanmadan yavaş yavaş çöz. Kaydırma yapmamaya çalış. Bilsen de bilmesen de işaretle. 3 yanlış 1 doğruyu götürmüyor. Zaten hepi topu 10 soru var.

Haydi kolay gelsin! Pıt!

( Ben sıkıntıdan ne yaptığımı biliyor muyum? )

14 Kasım 2006 Salı

"Demokrat bir Kongre'nin Politikalari"

Demokratların Kongreyi ele geçirmesinin Ortadoğu ve Türkiye'yi nasıl
etkileyeceğine dair "Demokrat bir Kongre'nin Politikalari" başlıklı
makalem yarınki-bugünkü (Çarşamba, 15 Kasım) Yeni Şafak gazetesinde.
Internette de şu adresten okunabilir:
http://www.yenisafak.com.tr/yorum/

Benim Fikrim Geldi


Turkcell Kurumsal Hatlar için başlattığı kampanyanın reklam filminde Sarp Apak'ı oynattı. İyi de yaptı. Zira, Avrupa Yakası'ndaki performansı ile dikkatleri fazlasıyla çekmişti.

İşTcell kampanyasının reklam filminde anlamadığım tek nokta var. Sarp Apak falan iyi, hoş da... Herhangi bir ofis çalışanı abidik gubidik bir fikirle, hatta fikir bile değil, ortaya çıktığında hemen onu müdür mü yapıyorlar Turkcell'de? Biraz tuhaf değil mi? Bu, Türkiye'nin en büyük şirketlerinden birisi değil mi?

Bütün Turkcell çalışanları zan altında kalmıştır, kanımca.

13 Kasım 2006 Pazartesi

Öğrenciyim Amca


Akşam eve gelirken, üçü bir arada dedikleri kahvelerden aldım. Hem de bir sürü. Yanında da makarna, yoğurt ve bir paket de kısa Winston Box.

Kapıyı açar açmaz mutfağa yöneldim. Günlerdir fındık ezmesinden başka bir şey görmemiş mideme bir güzellik yapıp, bu akşam makarna yiyeceği müjdesini verdim. Bu durum, sandığımın aksine pek hoşuna gitmedi. Burun kıvırdı. Pardon guruldadı. Sanırım bu onun memnuniyetsizlik belirtisiydi.

Su ısıtıcısının kapağı tozlanmış. Aldırmadım. İçinde sürekli su bulunduğu için, nedense içinin temiz olduğuna kanaat getirdim. Su temizliktir çünkü.

Su ısınana kadar makarnaları tencereye doldurdum. Bundan keyif aldım. Biraz sonra o sert hamur parçacıklarının yumuşayıp, büyüyeceklerini ve üzerlerine yoğurt da dükülünce tadından yenmeyeceğini düşünmek hoşuma gitmişti.

Fenerium'dan hediye kupamın içerisine kahvemi boşalttım. İçerisine bir tane de çay kaşığı attım. Ben bu bardağın renklerine aşıktım.

Dosyamı odama bıraktım, üzerimdeki gömlek ve kravatı bir sonraki gün giyilebilecek şekilde ütü masasının üzerine yaydım. Pantolonun kırışıklığına aldırmadım. Nasıl olsa bir kez oturduktan sonra ütü izi falan kalmıyordu. Pekala yarın da giyilebilir gibiydi işte.

Bu arada suyun ısındığını haber veren fokurdama sinyalini aldım. Üzerime rahat birşeyler giyip, mutfağa yöneldim. (Bu kısım bana da çok erotik geldi.) Makarnalarla aramdaki ilişkiyi bozmadan, ilk sıcak teması onlarla gerçekleştirdim. Artan suyu kahve fincanına ( kupa mıydı yoksa? ) ayırdım.

Günün ikinci yarısı başlıyordu şimdi. Bir paket sigara, bir fincan kahve ve koca bir tabak yoğurtlu makarna.

Zannediyorum; öğrencilik yurdun hemen her yerinde benzer şekillerde yaşanıyor.


12 Kasım 2006 Pazar

Blogger Templates


Blogger kullanıcıları için bir template derlemesi yaptım. Umarım işinize yarar. İyi bir kaynakça olduğunu düşünüyorum.

Blogger Templates


1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 ..vb

11 Kasım 2006 Cumartesi

Yumileyin!

Digg ya da delicious'a bir türlü ısınamayan bir internet kullanıcısıyım. Şimdi bu söylediklerimin ne işe yaradığını bilmeyenler olabilir. Kısaca anlatmak gerekirse; üye olduğunuz bu sistemlere beğendiğiniz siteleri, yazıları, blogları ekliyorsunuz. Sizin gibi birkaç kişi daha eklerse, o yazı ya da site daha üstlerde yer alıyor. Beğenildikçe, oy aldıkça yukarılara tırmanıyor. Üst sıralara çıktıkça da bir toplist mantığı ile daha çok ziyaretçinin gözüne batıyor. Haliyle beğendiğiniz yazı daha büyük kitlelerle buluşuyor.

Reddit diye bir örneği de var bu yerimi sistemlerinin. Diğerlerine kıyasla biraz daha arka planda ama yine de popüler. Sonra, Türkçe örneklerinden Nooluyo.com var. Aslında bu tür örnekleri artırabiliriz. (Digg, delicio.us, reddit, nooluyo ...vb)

Benim bahsetmek istediğim, tavsiye ettiğim tek bir bookmark sitesi var. Yumiyum! Türkçe yerimi siteleri içerisinde kesinlikle favorim. Etiketlendirme sistemi, kullanıcı dostu arayüzü, tablolarının ve renklerinin bunaltmaması olumlu tarafları. Yukarda saydığım yabancı örneklerdeki karışıklık burada yok. Herşeyden önce Türkçe ve içeriği tamamen kullanıcıya ait. Bir başka kullanıcının eklediği, ilginizi çekecek bir yerimi muhakkak buluyorsunuz. Biraz daha geliştikten sonra, umuyorum Türkçe kaynakların araştırmasında Google'dan ve Wiki'den sonra gelebilecek bir çalışma olacak. Gerekli olan, bilinçli ve donanımlı olmak koşuluyla yeterli sayıda kullanıcı.

Kişisel bir destek olarak, bundan böyle her yazdığım yazının altına "Yumile!" butonu ekleyeceğim. Tıklayıp, üye olursanız ve beğendiğiniz yazılarımı yerimlerinize eklerseniz sevinirim. Bu sayede hem beğendiğiniz yazılarım daha çok kullanıcıya ulaşmış olur, hem de Yumi! sayesinde siz de diğer üyelerin neleri tuttuğunu görmüş, ilginizi çekenlere zıplamış olursunuz.

10 Kasım 2006 Cuma

Google'dan Gelenlere


Uzun süredir blogumun istatistiklerine ayrıntılı olarak bakmamıştım. Bu akşam yemekten sonra, biraz incelemeye başlayınca aslında yazdıklarımın pek de doğru yerlere gitmediğini düşünmeye başladım.

İşte aranan kelimeler ve şuursuzca bloguma düşen ziyaretçilerin ilginç merakları;

kavuşamayanlar için acılı mesajlar: Bu anahtar kelimeler ile ancak Kral Fm'in web sitesi sonuç verir. Yahut spam ile doldurulmuş, sahte sayfalardan oluşan bir internet çöplüğü. Neden ben? O kadar mı arabesk yazıyorum yoksa?
marmara bölgesinin neler meşhurdur: Bir kere sen cümleyi doğru bile kuramamışsın. Kuramadığın bir cümlenin sonuç vermesini geçtim; nasıl oluyor, bir arama motoru bir soru cümlesine bu kadar net cevap verebiliyor. Yoksa Google, Hakia'ya mı özeniyor.
türbanlı
: Muhtemelen niyeti bozuk bir arkadaş sırf bu kelimeyi aratarak, türbanlı porno gibi bir sonuca ulaşmak istedi. Aksini düşünemiyorum. Zira türban ve siyaset ile ilgili yazdığım yazılara bu anahtar kelime ile ulaşılıyorsa, bir yerlerde yanlış yapıyorum demektir.
cıbıldak kızlar: Müsadenizle "Oha!" demek istiyorum. Bu kadar açıklayıcı anahtar kelimeler ile bu kadar alakasız bir adreste ne işin var ki senin, sayın ziyaretçi? Amacına yönelik başka siteler yok muydu?
dizanteri mikrobunun görüntüsü: Aradığınız görüntüye şu anda ulaşılamıyor. Ama siz yeterki isteyin sayın ziyaretçim. En kısa zamanda bilim yuvası yaparım buraları ben. Keşke hep böyle şeyler arayıp da gelseniz.
su damlasının davranışları: Çok değişti bu aralar su damlası. Alıngan, huysuz, sulu göz... Pıfh!
10 haziran sabah ezanı vakti: Buyrun Diyanet İşleri Başkanlığı web sitesine -> pıt!
güneydeki insanlar nası yaşar: Bilmem, nasıl yaşar? Google'e soru sormayın kardeşim artık. O bir insan değil. Robot gibi düşün onu, anahtar kelimeleri veriyosun, o, sana uygun sonuçları listeliyor. Benim blogumun ne gibi bir uygun sonucu var o ayrıca tartışılır da, asıl belirtmek istediğim "nası" diye bir şey yok. Doğrusu "nasıl" onun.
ekose etek: Bunu aratan bunu da arattı. -> liseli porno gizli çekim (!)
ajdar: Hayır işte buna katlanamıyorum. Google bunu bana yapma, tadımı kaçırma!
sakaryada kaç sanatçı vardır: Bir sonuca ulaştıysan sayın ziyaretçi, rica ediyorum bizi de bilgilendir. Halk "İstanbul'da deprem olacak mı?" sorusundan sonra en çok bunu merak ediyor. Nasıl olsa ikisinin de yanıtını bulmak güç.


9 Kasım 2006 Perşembe

Atatürk'ün Vasiyeti


"Malik bulunduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi'ne atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:

1 - Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2 - Her seneki nemadan, bana nisbetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda bin, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki yüzer lira verilecektir.

3 - Sabiha Gökçen'e bir ev de alınabilecek ayrıca para verilecektir.

4 - Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

5 - İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır.

6 - Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumları'na tahsis edilecektir."


K. Atatürk

***

Vasiyetname Yazmaya Karar Verişi

Atatürk'ün vasiyetnamesini nasıl düzenlendiğini, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak şöyle anlatmıştı;

"1938 senesi sonbaharı, Dolmabahçe Sarayı'ndayız. Bir sabah Atatürk'ün yatak odasına girdim. Büyük adam, yatağında başı biraz yüksekte arka üstü yatıyordu. Salonu solgun bir güneş kaplamıştı. Yüzü fildişi rengindeydi. Çehresi her gün biraz daha zayıflayıp uzuyor, o gök mavisi gözleri irileşiyordu. Ben yatağının ayak ucuna doğru, gösterdiği yere oturdum. Her zaman ki suallerini tekrarladı:

"Ne haber?"

O günlerde Avrupa'da siyasi hava çok bozulmuştu. Atatürk umumi endişelere ve bir takım tehlikeli belirtilere rağmen, Almanların henüz, İtalyanların ise hiç hazırlanmamış olduklarını ileri sürerek müsterih bulunuyor. O sene harp olmayacağını, ihtilafların behemahal bir pamuk ipliğine bağlanacağını, harbi ancak 1939 senesinde veya ondan sonraki senelerde beklemek lazım geldiğini söylüyorlardı.

Son yirmi dört saat zarfında günlük meselelere dair gelen haberleri hülasa ettim. Görüşünü teyid eder mahiyette olan bu haberleri alaka ile dinliyor, ara sıra bazı şeyler soruyor ve kısa cümlelerle mütalaalar beyan ediyordu. Böyle olmakla beraber düşünceli ve heyecanlı olduğu belliydi.

Sözlerimi bitirince sağ kolunu bana doğru uzattı. Doktorlar, kati lüzum olmadıkça kuvvet sarfetmesini yasakladıkları için hareketlerinde yardım ediyorduk. Elini tuttum, doğruldu, yatağının içinde bağdaş kurdu. Birkaç dakika denize ve karşı sahile baktı. Belliydi ki heyecanını yenmeye çalışıyordu. Gözlerini bana çevirdiği zaman, uzun kirpiklerinin ıslandığını farkettim. Bütün hastalığı boyunca yanımda gösterdiği yegane zaaf (eğer bu ulvi sükunete zaaf demek uygunsa) buydu. Sonra önüne baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı.

"Bu yolda konuşmak benim içinde, senin için de, ağır bir şey ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. Hani seninle ara sıra bir işimizden bahsederdik. Hatta bunun içinde kanun çıkarılmıştı: Şu vasiyetname meselesi. Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir gün karnımdan su alınacaktır. Ne olur ne olmaz. Bağırsaklardan biri delinebilir, başka bir arıza olabilir. Herhalde ihtiyatlı olmalı."
Vasiyetini Notere Verişi

"Atatürk, 6 Ekim 1938 'de Noter'in getirilmesini istemişti. Noter İsmail Kunter Bey, Prof. Neşet Ömer Bey ve ben, yatak odasının altındaki bir odada huzuruna girebilme emrini bekliyorduk. Bu daveti alınca hep beraber üst kata çıktık ve yatak odalarına girdik.

Vaziyeti şöyleydi; yataktan çıkmış, ipek bir pijama ve yine kırmızı ipek bir rob döşambr giymiş, boynuna koyu vişne renginde ipek bir eşarp bağlamıştı. Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu bir şezlongun üzerine oturmuş sigara içiyordu.

Bizi görünce hafifçe kımıldandı: "Buyrunuz.." dedi.

Tam karşısına koydurduğu sandalyelerde üçümüze de yer gösterdi. Hatırımda kaldığına göre Noter İsmail Kunter Bey ile, yeni çıkmış olan Noter Kanunu ve İstanbul'daki noterler üzerine görüştü. Getirilen kahvelerin içilmesini bekledi. Sonra önündeki sigara masasının koyduğu kapalı zarfı aldı:

" Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman muamelesini yaparsınız..." diyerek zarfı notere verdi.

Kaynak: Tek Adam Devrimi

Atatürk'ün Cenaze Töreni Videosu : Youtube

Atatürk'ün Cenaze Töreninden Fotoğraflar: Flickr

Neden Amerika Süper Güç?

Amerikan halkı tepkisini gösterdi. Bush'u ve hükümetine seçilmiş olduklarını hatırlattı. Savunma Bakanı Rumsfeld günah keçisi ilan edildi ve görevinden oldu. Sonuç olarak ihale birisine kalacaktı. En zayıf halka Rumsfeld, "tü kaka" ilan edilip, mesele şimdilik kapatıldı.

Aslında Bush, çok güzel bir hamle ile ara seçimler öncesinde Saddam'ın idam kararını aldırıp, tepkileri manipüle etmeyi düşünmüştü. Seçmeni etkileyebileceğini zannetmişti. Ama dünyanın her yerinde, her halk günlük siyasi manevralar ile karar vermiyor. Sanırım bu sadece Türkiye'de oluyor.

Amerika'nın neden dünya siyaseti üzerinde söz sahibi olduğu "Dan Brown" kitaplarından ziyade, gündemin satır aralarında gizli. Halk tepkisini en demokratik şekliyle gösteriyor. Seçilen de ayağını denk alıyor.

Sonuç olarak, her halk hakettiği şekilde yönetiliyor.

3 Kasım 2006 Cuma

Bosuna degilmis Oxfordshire'in tren yollarinda kaybolusum. Posted by Picasa

GEZGIN MEDENIYETTE SASAR!

Bir gun boyle bir sey olacagini biliyordum. Basima sonunda geldi…

Her sabah Londra’ya binlerce kisi, kuzeyden, guneyden, dogudan, batidan yani guney Britanya’nin her noktasindan calismak uzere baskente akin ediyor. Aksam da yine bir o kadar insan geldikleri gibi evlerine geri donuyorlar. Kolay is degil bu. Yorucu, yipratici, sinir bozucu. Ben de bu guruhun icinde her gun Oxford’dan Londra’ya gocuyorum, aksam isim bitince de yine trenle memlekete donuyorum. Gunler uzunken iyi de, kis geldiginde gunler kisaldiginda bu gidip gelmeler iyice tatsizlasiyor. Aydinlikta insan en azindan arada kitabindan, gazetesinden basini kaldirip Ingiltere’nin yemyesil otlaklarina dalip gozunu dinlendirebiliyor. Karanlikta ise, karalar baglamis ruh iyice daraliyor, vagonun icindeki floresan isigina bakan gozler yorgunluktan kayip gidiyor. Bitap dusmus beden bazen kendini koyveriyor. Bu uykular bir sonraki istasyonun anonsu ile bolununce insan saskin bir sekilde uyaniyor. “Basimi yandaki lordun omzuna koymus muyum, salyam adamin halis Highland kumasindan yapilmis ceketine akmis mi?” endisesi bir kac saniyelik bir sersemlik yaratiyor. Kimi zaman uykular oyle derin oluyor ki, basima gelmesinden korktugum ama eninde sonunda gelecegini bildigim hadise sonunda oluyor.

Misil misil uyumaktayim. Ruyamda bir ziyafette yemekleri mideye indiriyorum. Keyfim yerinde. Yemege davet eden adamin miriltili konusmasi ninni gibi geliyor. Ninni dozu artiyor, garip mikrofonik bir ses aliyor ve........ uyaniyorum. Ne ninnisi, konduktor anons yapiyor, “Hanborough is the next station”. Ne, ne boroughsi kardesim? Neredeyim ben? Sersemlik telasa donusuyor. Kitabimi, gazeteleri hisimla toplayip, cantami kaptigim gibi burnumu cama dayayip karanliga bakiyorum. Mehtap paril paril parliyor. Ucsuz bucaksiz bir ova... Tren bir platformda duruyor. Hemen atliyorum trenden. Uc bes insan daha iniyor. Kucuk bir tabelada “Hanborough” yaziyor. Ne gormuslugum, ne de duymuslugum var. İstasyondan karsi platforma gecer ve gelen bir tren ile Oxford’a donerim diye dusunuyorum. Etrafta bir istasyon binasi gozukmuyor. Gozum bir ust gecit ariyor, o da yok! Kasla goz arasinda o uc bes insanda arabalarina atlayip gozden kayboluyorlar. Yasli bir kadin bisikletine binip gitmek uzereyken pesinden kosuyorum. Kekeleyerek, “Oxfo.., Oxford’a nasil donebilirim?” cumlesi agzimdan cikiyor. Kadin halime aciyor ama gercek ortada. “Bakin burasi bir avuc insanin yasadigi bir koy, Oxford’a belki bir tren iki saat sonra gecer, belki de gecmez. “Otobus?”... “Otobus ile Woodstock’a gidebilirsiniz, ama bu saatte otobus isler mi, inanin bilmiyorum”. Anayolu parmagiyla gosterip goz acip kapayincaya kadar o da gidiyor. Hanborough denen yol gecmez kervan gecmez bir koyde gecenin bir yarisi yalniz basima saga sola kosturuyorum. Koy diyorlar, ama ortada bir ev falan da yok. Bu memlekette her adim basi bir pub olur, o da yok! Yuruyen insan yok, istasyon yok, ev yok, otobus yok, yok da yok! “Bir gun basima boyle bir sey gelecegini biliyordum”deyip oyle tedbirsizce uyudugum icin kendime kiziyorum. Karsimda ucsuz bucaksiz bir ova uzayip gidiyor. Biri gelip beni kesse kimsenin ruhu duymaz. Kurda kusa yem olmak da var. Hava da inadina soguk. Gunlerdir iyi giden havalarin, bugun Norvec uzerinden gelen soguk hava dalgasina girecegi tuttu. Nasil bir ayaz, Ankara’nin kisini aratmayacak cinsten. Uzerimde kiytirik bir polar, belki bir otobus gecer diye bir agacin altinda bekliyorum. Ben ki, Laos’un daglarinda dolasmis, Burma’nin yilanli patikalarinda yonumu bulmus, Kambocya’da mayin tarlalarini asmis gezgin, su Hamborough denen kel koyden Oxford’a donemiyor! Iste gezgin boyle medeniyette sasip kalir! Hadi bakalim,
saril cep telefonuna, kurtarsin seni karin. Hadi hayirli isler...

26 Ekim 2006 Perşembe

Şevket Çoruh & Edu Dracena


Şevket Çoruh ile Edu Dracena arasındaki benzerliği tek farkeden ben miyim?
Neden hala birilerini birilerine benzetmeye meraklı spor muhabirleri bu benzerliği haber yapmadılar?
Sana soruyorum Türkiye... Pışt, orda mısın?

18 Ekim 2006 Çarşamba

Komikcafe.Com


Yepyeni bir mizahi blog Komikcafe.com ... Hemen her dakika güncellenebiliyor. Günde üç beş kez sayfayı yeniliyorum. Yeni bir şey var mı diye...

Destek bekliyorlar. Emekleyen projelerini ayaklandırmak, Türkiyenin en iyi mizah blogu olma yolunda daha emin adımlar atmak istiyorlar. Bloggerların sitelerine ufak bannerlar, kısa yazılar yazmalarını ve toplu bir hareket ile çırpınışlarını titreşime çevirmek istiyorlar.

İşte o destek yazısı:

Komikcafe.Com sizlere hoşça vakit geçirtmek için her gün internetin altını üstüne getirip en güzel içerikleri derliyor. Yabancı sitelerden videolar, resimler ve linkler toplamamaya özen gösteriyor.

Ziyaretçisini sıkmıyor, gereksiz reklamlarla bunaltmıyor. Sadece her gün güncelleyip, düzenli ve kaliteli bir kullanıcı potansiyeli oluşturmaya çalışıyor.

Bu noktada, kaliteden ödün vermeden ve erotik içeriğe kaçmadan bazı şeyleri aşmak mümkün değil. Biz bu şekilde de bazı şeylerin aşılabileceğine inanıyoruz. Siz değerli ziyaretçilerimizden destek bekliyoruz. Sizlerden beklentimiz, bloglarınızın bir köşesine, maillerinizin altına, MSN kişisel iletinize “Komikcafe.Com” ibaresi eklemeniz.

14 Ekim 2006 Cumartesi

Emre Aydın Röportajı (14.10.2006)

Son günlerde herkesin dilinde 'Afili Yalnızlık' Sözleriyle olduğu kadar müziğiyle de beğeni kazanan şarkının sahibi Emre Aydın'la bugünlere nasıl geldiğini ve müziğini konuştuk.

Hikaye şu; 2002 senesinde 1.500 küsur finalisti geride bırakarak, 'Sing Your Song' yarışmasında birinciliği kapan bir ikili '6. Cadde'nin adını duyduk önce. Ardından albümlerini piyasaya çıkartma aşamasında türlü dertler yaşadıklarını öğrendik ve akabinde de plak şirketleri Universal'ın kapısına kilit vurulunca onlar da ortadan kayboldu. Sonra bir gün radyolarda, müzik kanallarında bir 'Afili Yalnızlık' deliliği yaşanmaya başlandı! Pek tabii herkes kadar bizim de merakımızı uyandırdı... '6. Cadde'den tanıdığımız Emre Aydın, bu kadar depresif ve yalnızlık kokan albümünü çıkarana kadar neredeydi, 'Afili Yalnızlık' neden bu kadar çok sevildi? Aslına bakarsanız müzik piyasasına birincilik kazanarak adım atan ama sonra türlü aksiliklerle bir süreliğine geri çekilen Aydın'ın albümünün özellikle sözleri geçer not ortalamasının hayli üstünde.

2002'de 'Sing Your Song Yarışması'nda birincilik alan bir ikiliydi '6. Cadde'. 'Müzik yapıyoruz ve bunu iyi de yapıyoruz o zaman birilerinin de bundan haberdar olmasının vaktidir' düşüncesiyle mi yola çıkmıştınız?

Esasen benim ısrarımla oldu. Çocukluk yıllarımdan beri hayal ettiğim bir şeydi bu 9 Eylül Üniversitesi'nde 4-5 kişi provalara giden, arada sevdiği grupların şarkılarını çalan bir arkadaş grubuyduk. Yarışmanın ilanını görünce; kimseye sunacak olmasam da beste yapıyorum düşüncesiyle, 'elimde bunlar var gelin uğraşalım, ilk 18'e kalan grupların çıkaracağı albümde biz de yer alsak ne güzel olur' diye öneride bulundum. Onur Ela bu fikrimi ciddiye aldı, yarışmaya katıldık ve birinci olduk. Single, albüme dönüştü Bir-iki ay sonra da plak şirketi kapandı. 6. Cadde de o şekilde kalmış oldu.

6. Cadde nelerin altından kalkamadı da şimdi karşımızda solo bir albüm var?

6. Cadde'nin albümü bir süre basılamadı. Bir taraftan barlarda çalmaya devam ederken bir taraftan da İstanbul'da kaldığımız süre içinde bir şey olmadığını fark ettik. İzmir'de okula devam etmemiz gerekiyordu. Onur: 'Bu işi çok seviyorum ama amatör olarak, işin içine başka şeyler de girince bunun stresli bir olay olduğunu anladım artık yapmak istemiyorum' dedi. Bense devam etmek istiyordum. Bunun sonucunda da Emre Aydın olarak devam ettim.

Böyle bir ayrıma mı geldiniz yoksa zaten, gittiği yere kadar fikriyle mi yola çıkmıştınız?

Evet! Ben de çok zor zamanlar geçirdim, yıprandım. Sinir bozukluğunun, şanssızlığın haddi hesabı yoktu bir dönemler. Ama bu işi tutkuyla mı yoksa hobi olarak mı yapıyorsunuz, bunun ayrımını fark ediyorsunuz, ben hakikaten bu işi yapmak istiyordum.

'SABUHA'NIN ROLÜ

'Sing Your Song' türü yarışmalar yeni topluluklara proje imkanı sağlarken bir taraftan da daha tam hazır olmadan iki şarkıyla ünlü olma isteğini körükleyip süreci hızlandırıyor? Ne dersiniz?

Yarışmanın niteliğiyle ilgili aslında. Sing Your Song ilk beste yarışmasıydı. Evet, katkı sağladıkları bir gerçek ama hali hazır bir uygun durum olmasa da albüm piyasaya sürüp bir şeyler kazanalım gibi durumlar da oluşmasına sebep oluyor tabii.

6. Cadde'nin diğer elemanı Onur Eren ne yapıyor şimdi?

Havaalanında çalışıyor, aile babası olma rolünde ilerliyor.

6. Cadde'nin çıkış albümünde Sabuha cover'ı vardı. Sağlam bir çıkış yapmak için şart mıydı?

Sabuha'yla çıkalım gibi bir niyetimiz yoktu. Ama bir taraftan da yarışmanın verdiği bir ödev vardı. Biz, Manga ve Kafein kalmıştık finale ve birer cover yapmamızı istediler! Şunu da inkar edemem, Emre Aydın olarak bir solo albüm yaptıysam kendi şarkımla çıkış yapabildiysem, biraz da o dönemki 6. Cadde albümünün payı var. Ve o albümde Sabuha olmasaydı, benim albümüm de olmayacaktı!

GİTMEK ÜZERİNE

Afili Yalnızlığa gelince Albümün geneline bakınca, özellikle de sözlere, 20'li yaşlar için fazla depresif olduğu söylenebilir.

İki izahı var bunun. Evet, ben biraz depresif biriyim, sıkıntısını yaşıyorum bunun. Dinleyici olarak da bir albümün belli bir ruh hali varsa, o albümü ömrümün sonuna kadar dinleyebilirim. Kendi albümümde söz ve sound olarak bütünlük olsun istedim. Yalnızlık duygusunun hakim olduğu bir dönemdi. Hem arkadaşlarımdan uzaktım hem de ilişki bitiminde gelen yalnızlık psikolojisini yaşıyordum. Tabii bir de insanın doğuştan da yalnız olduğuna dair düşüncelerim vardı hep Birkaç alt başlık belirledim 'gitmek-kalmakla' ilgili, sonuçta bütün olarak bir şey yapmaya çalıştım.

Umay Umay cover'ı var albümde. Onun da albümün genel havasına gayet uygun olduğu ortada.

Bu başlıklar ve cover'ı da buna uygun olarak seçtim ki, çok severim Umay Umay'ın 'Hareket Vakti'ni. 6. Cadde albümünde yer alan 'Git' de düzgün bir kaydı olması gerektiğini düşündüğüm bir şarkıydı. Tabii sözlere dikkat edenlerin fark edebileceği şekilde şarkılar arası gönderme durumu da söz konusu.

Şebnem Dönmez'in de katkısıyla, 'Afili Yalnızlık'ın klibinde de aynı depresif etki devam ediyor.

Yon Thomas klibe bir senaryo yolladı ve hayran kaldık. Haysiyetli bir duruşu olan hem de oyunculuğunu beğendiğimiz Şebnem Dönmez de, klipte rol alması için götürdüğümüz teklifi kabul etti.

'Kendi kendine aşık olan bir kadın' olarak tanımlanmış klibin teması. Bir taraftan da 'kendi kendine aşık olan bir kadına aşık olmuş, bir adamın' da hikayesi gibi şarkı.

Evet, bu yorumu daha önce duymamıştım, güzel bir tanımlama Güzel ama narsist bir kadının bir gününden kesitler var hikayede aslında
Albümde Manga'dan Cem Bahtiyar, Gripin'den İlker Behiç ve Vega'dan Tuğrul Akyüz'ün de katkıları var. Aynı plak şirketiyle çalışıyor olmak dışında nasıl bir bağ söz konusu?

Aslında müzisyen-plak şirketi kurumsal yakınlığından çok, alternatif bir şeyler üretmeye çalışan bir avuç insanın birbirine iyi niyetle destek olduğu bir durum söz konusu!

Sadelik basitlik anlamına gelmiyor. Albümde hem Türk kulağına yatkın sesler hem de brit-pop etkisini yakalamak mümkün Yalınlık kavramı yitiriliyor mu müzikte?

Yalınlık ustalıktır bana sorarsanız. Yalınlık derken kırpılmış küçük bir parça sunulmasından bahsetmiyorum. En iyi örnek aslında Aşık Veysel'in Uzun İnce Bir Yoldayım türküsü! Gözleri görmeyen bir adamın akorsuz bir bağlamayla, her zaman var olacak bir türkü yapmasıdır yalınlık Bizim albümde yapmaya çalıştığımız da; ne kadar özetlemeyi becerebilirsek o kadar iyi fikriyle özdeşleşiyor. Hayatın yeterince zor olduğunu düşünen biriyim, sinemada film izlerken bile zorlanmak istemeyecek kadar! Duruluk ve sadelikle, basitlik aynı şey değil. Aksine, ustalaştıkça duruluğa ulaşıyorsunuz.

Selin Özavcı (Akşam)

12 Ekim 2006 Perşembe

Orhan Pamuk & Nobel Ödülü


Sevgili Pamuk,

Öncelikle şeytanca bakan gözlerinden öperim. Nasılsın? İyi misin?

Tahmin ediyorum, iyi ve mutlusundur.Uzun süre peşinden koştuğun, uğruna şerefinden ve milliyetinden taviz verdiğin ödül artık ellerinde. Yaptığın yalakalığın ödülünü almış bulunuyorsun.

Yapılmamış, üzerine bir de çarpıtılmış bir soykırım yalanının en hassas yerinde "en gerek" yorumlarınla gündeme gelmeyi başarmıştın. Bu gündem ve Ermeni hayranlığın sana herkese kısmet olmayacak bir kapı açtı. Dünya seni konuşuyor bugün. Nasıl mutlu olmayasın?

Atatürk'e sövdüğün romanların ödüllendirildi. Sözde Ermeni Soykırımını kabullenmen takdir edildi. Fransa bu yalanı kabul etmekle kalmadı, -işte tam da bugünlerde- bunu inkar etmeyi bile cezalandıracağını meclisinde onayladı. Nasıl tesadüfler var hayatta değil mi Orhancığım? Halbuki sen bu ödülü haketmiştin. Bütün bu tesadüflerin aldığın ödülle bir alakası olamaz değil mi?


Bunları görmeden mutlu olman lazım Orhancığım. Canını hiç bir şeye sıkma. Sana sövüp sayanlar olacaktır. Vatandaşlıktan çıkartılmanı isteyenler olacaktır. Tüm bunları haketmiş olsan da sıkma canını Orhancığım. Elbet bir gün seni de anlarlar. Bu millet çok hainler gördü. Yıllar sonra o hainler, okul kitaplarına kahraman oldu. Hiç üzülme sen Orhancığım.

Kendine çok iyi bak.

Senden nefret eden okurun Esat.

Dipnot: Seni tebrik etmek adına bir paket kına gönderiyorum. O güzel Nobel Ödülünü saklayacağın yere yakarsın.

11 Ekim 2006 Çarşamba

9 Ekim 2006 Pazartesi

Doğu-Batı dergisinde çıkan yazım.

Etnik Kategori ve Milliyetçilik: Tek-etnili, Çok-etnili ve Gayri-etnik Rejimler adlı makalem Doğu-Batı dergisinde çıktı. Türkiye'de pekçok kitapçıda bulunabilir. Doğu-Batı dergisi hakkında genel bilgi için http://www.dogubati.com Yazımın çıktığı son sayı için http://www.dogubati.com/issues/issue38.html Tahminime göre en azından yıl sonuna kadar derginin bu son sayısı satılmaya devam edecektir. İlgilenenlere duyrulur.

8 Ekim 2006 Pazar

Emre Aydın

Kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Ağlak bakıyorum. İçime giren sıkıntıdan rahatsız olmuyor, hemen bir sigara yakıp tadını çıkartıyorum. Durup kötü kötü şeyler düşünüyorum. Üstelik bundan keyif alıyorum.

Eskiden diyorum. Eskiden derken bir kaç ay öncesinden bahsediyorum. Ne kadar da mutluymuşum diyorum. Hiç bir derdim yokmuş dünyadan yana.

Şimdi neden böyleyim; hiç bir fikrim yok. Sadece mutsuzum. Onu biliyorum. Sevgi adına hiç bir kırıntı yok içimde. Korkarım, bu halim devam ederse hayatımın geri kalanı derinden yaralanacak.

***

Okulun temposundan, derslerin ve hocaların stresinden deyip geçiyorum. Ama işin aslı hiç de öyle değil. Öyle bilinsin istiyorum sanki.

Bir kere çalışmam gerektiği kadar çalışmıyorum. Bu noktada stres yapacak bir şey yok. Çünkü önümde koca Ramazan Bayram tatili var. Oturup pekala bir sürü konuyu yetiştirebilirim.

Sorun bu değil. Sorun, yalnızlığım. Evet. Bunu bir tek ben biliyorum.

Yalnızlıktan sebep zannediyorum depresif halim. Hayır, zannetmiyorum. Biliyorum.

En arabesk tanım ile, kalabalıklar içerisinde yapayalnızım. Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi kimse bilmiyor. Kimseye anlatamıyorum.

***

Bütün bunlar yetmezmiş gibi Emre Aydın diye birisi girdi hayatıma. Yaklaşık 8 saattir aynı şarkı dönüyor playlistte. Yalnızlığı allamış pullamış, şarkı sözü yapmış. Allah seni bildiği gibi yapsın, e mi? İki tane şarkın haftasonumu zehir etti ki, pazartesiden tezi yok albümünü alacağım.

2 Şubat 1981 doğumlu Emre Aydın. 2002 yılında 6. Cadde grubu ile SingYourSong yarışmasında birinci olmuşlar. Başarılı bir müzik kariyerinin ilk solo albümü bu. Afili Yalnızlık.

***

Ölsem, ölsem, ölsem... hemen şimdi
Kaçsam, gitsem, kaçsam... tam da şimdi

Bu kez pek bir afili yalnızlık
Aldatan bir kadın kadar düşman
Ağzı bozuk üstelik... bırakmıyor acıtmadan
Bu kez pek bir afili yalnızlık
Ağlayan bir kadın kadar düşman
Tuzaklar kurmuş üstelik
Bırakmıyor acıtmadan

Bitiyorum her nefeste
Ne halim varsa gördüm
Çok koştum, çok yoruldum
Ve şimdi ben de düştüm...

Sövdüm, sövdüm, sövdüm… ben dünyaya
Acılara, sokaklara, ait olmaya, insanlara

Bu kez pek bir afili yalnızlık
Aldatan bir kadın kadar düşman
Ağzı bozuk üstelik... bırakmıyor acıtmadan
Bu kez pek bir afili yalnızlık
Ağlayan bir kadın kadar düşman
Tuzaklar kurmuş üstelik
Bırakmıyor acıtmadan

Bitiyorum her nefeste
Ne halim varsa gördüm
Çok koştum, çok yoruldum
Ve şimdi ben de düştüm...

Değmezmiş hiç uğraşmaya
Bu kez mecalim yok hiç dayanmaya... dayanmaya...

Bitiyorum her nefeste
Ne halim varsa gördüm
Çok koştum, çok yoruldum
Ve şimdi ben de düştüm...

Emre Aydın'ın resmi web sitesinden şarkıların demoları dinlenebiliyor. Bir ön fikir edinmek adına güzel. Ancak mutlaka bu albüm alınmalı. (emreaydin.org)

Klibi hediyem olsun. Tık Tık!

6 Ekim 2006 Cuma

Iki Kalem, Bir Defter, Parmaklarimda Murekkep...


Sonbahar geldi. Yolculuk mevsimi. Kentler insanlari cagiriyor. Akdeniz gunesin son demlerini yasiyor. Valetta’da insanlar aksamlari bir ince gomlekle oturuyorlar. Dubrovnik’de deniz hala ilik. Ibiza sokaklari canli. Oysa ki, on bes yirmi gune her sey bitecek, herkes gidecek.

Cape Town’a ilk bahar gelmis. Masa Dagi’nda baharin ilk cicekleri okyanus ruzgarlari ile saliniyorlar oradan oraya. Biralar su gibi akip gidiyor. Sun City’de surfculer serin suya aldirmaksizin ozgurlugun tadini cikariyorlar. Kara derili cocuklar ciplak ayakla kosusturuyorlar kumlarda.

Bangkok sicak. Yaniyor her yer. Uzerine sicak bir ogleden sonra yagmuru. Yetmiyor, aksam gok bosaliyor Thonburi’nin fakir sokaklarina. Chao Phraya Nehri’nde hindistan cevizleri yuzuyor, sabaha tutunacaklari bir toprak bulmak umuduyla...

Colombo’da dalgalar bir zamanlar beyaz olan kumlari tokatliyor. Bir kadin, donuk gozlerle okyanusa dalmis sevdigini elinden alan dalgalarla hesaplasiyor. Postanenin onundeki basamaklara siralanmis sevgililer semsiyelerin altinda bir mendil parcasinin arkasina sakladiklari asklarini sunuyorlar birbirlerine. Kandy’de gol kiyisinda sutlu, bol sekerli caylar samosa boreklerinin esliginde yudumlaniyor. Filler, kutsal tapinagin girisine birakilmis adak ciceklerini hortumlari ile cekistiriyorlar. Altlarinda mavi sort, uzerlerinde tertemiz beyaz gomlekleriyle ilkokul cocuklari tapinagin kapisinda dua ediyorlar.

Bir adam Paris’de olabilecek en kotu seyi yasiyor. Yalnizlik... Pont des Arts’in uzerinde iki sevgili dunyayi unutmuscasina sarilmis, bir ressam ise karsisindaki taburede oturan yasli adamin yuzunu olumsuzlestirmekte. Montmartre’a sirtini dayamis alt mahallelerin panjurlari kirik evlerinden Magrip ezgileri yayiliyor.

Elinde topugu kirilmis ayakkabisi ile 52. caddenin onunde bir taksi bulurum umuduyla bekleyen bir kadin. Isiltili panolar, ellerinde bond cantalari ile kosusturan siyah giyimli adamlar... Italyan lokantalari, goz kamastiran vitrinler... Oteki New York adanin diger ucunda, tunellerin sonunda; bir basket topunun ardinda, ya da koprunun altinda...

Istanbul: Sevdigim, nefret ettigim, hayal ettigim, unutmak istedigim, gidemedigim, donemedigim, saydigim, sovdugum...

Kafamda kentler. Isimler birbirini kovaliyor. Mevsim sonbahar, yolculuk zamani. Yuregim git diyor, beynim dur! Yatagimin uzeri karmakarisik. Mektuplar, zarflar, kitaplar ve resimler... Sirt cantami cikariyorum tozlu dolaptan. Iki kalem, bir defter baska bir sey lazim degil.

Ve bir sabah uyandigimda, baska bir kentte kendimi beyaz sayfalara karaliyorum. Parmaklarimda siyah murekkep, burnumda uzaklarin kokusu
...

5 Ekim 2006 Perşembe

LONDRA'NIN 2006 METRO HARITASI

Arnos Grove'da Eti gofret satin aldigim Rizeli bakkal yan komsusu Corfulu Yiannis'in
"kalamata" zeytinlerini tavsiye etti. Dolgun kalamatalardan 250 gram aldim. Elimdeki zeytin poseti agzimi sulandirdi. Wood Green'e dogru yurumeye basladim. Sagli sollu lokantalar, bufeler... Karnim iyice acikti.

Dalgin dalgin yururken arkamdan bir ses "N'apayn?". "Aaa Sabri, yahu dalmisim, bak gazeteyi de unutuyordum az daha". Bakmayin Bafli Sabri'nin gazete bayiiligi yaptigina, kulturlu adamdir, uc dili sular seller gibi konusur. Turkce ve Rumca'yi saymiyorum. Gazetemi her zamanki gibi rulo yapip uzatirken elimdeki kalamatalari gorunce "Dur sana dolaptan bir paket hellim vereyim, bu zeytinler oyle bos mideye gitmez" deyip, elime bir poset tutusturdu. "Aman dur, ne gerek var" demeye kalmadan kendimi King's Cross'da buldum. Palermolu manav Gianni'nin kan kirmizisi domateslerinden uc tane aldim. Nerede oyle kilo ile almak sebzeleri... O gunler Goksu pazarinda kaldi. Artik ihtiyac kadar aliyoruz.

Paddington her zamanki gibi kalabalik. Bu istasyon sehrin kuzeybatiya acilan kapisi. Slough, Reading, Oxford ve Herefort yolculari tsunami dalgasi gibi istasyonun meydanini yutup yutup duruyorlar. Istasyon'da Millie's kurabiyeleri satan kucuk mekanda iki Ispanyol calisiyor: Pedro ve Juan. Tuzlulari aldik, sira tatlida. Juan camekanin icinde duran cikolatali, frambuazli, findikli, karamelli envai cesit kurabiyeyi sanki elinde pirlanta tutuyormusca urkek bir bicimde alip kutuya koyuyor. Pedro, kurabiyeleri alirken bana Alonso'nun Formula 1'deki performansizligindan yakiniyor. Arkamda bekleyen gurultucu Alman ogrenciler duysun ister gibi sesini yukselterek "Schumi, Alonso'nun tozunu yutar gelecek yarista". Almanlar kuabiyelerin icine dusmus, Pedro'yu duyan yok. O kirik Katalan aksaniyla anlayan da...

Yorgunluk kahvesi icin St. James Park'in guney ucundayim. Is yerleri yasami kusatmis. Herkesin boynunda bir kimlik karti. Yanimda oturan adamin kartinda Ivan Kostanovic yaziyor. "Hirvat mi, Sirp mi, yoksa Karadagli mi?" diye dusunurken bir kadin masamda duran sekere uzanip "Alabilir miyim?" diye soruyor. Onun kartinda da Mina Suratyana yaziyor. Ya Sri Lankali ya da Hintli. Aklim kalamatalarda, hellimde, Sicilyali'nin domateslerinde. Firlayip Victoria'ya uzaniyorum. Iranli Reza buyukelciliklere giden Belgrave Caddesi'nin ucundaki patiseride taze ekmekler satiyor. Reza'dan bir somun ekmek alip dogruca Hyde Park'a...

Gunes ekimde oldugunu unutmuscasina insani isitiyor. Cimlere oturdum. Kucuk bir peceteyi serdim yere. Domatesleri ince ince dogradim. Ekmegi ikiye boldum. Hellimi dilimledim. Kalamatalari onume dizdim. Biraz otede sarap sisesini acmis paylasan iki isci. Onlarda sarap, bende sofra. Boris Zoblobscak ve Miroslaw Zbirnwsky: Biri Bratislavali, digeri Gdansk'dan. Sarap ise Mendoza, Arjantin. Zikkimlaniyoruz. Boris sikayet ediyor "Bulgarlar ve Romenler gelince bizim isler bozulacak. Niye alirlarki bu cingeneleri Avrupa Birligi'ne?".

Mendoza sisesi elimde, karsimda ucurtma ucuran Cinli aileye bakiyorum. Sarikli Hindu polisin sesiyle irkiliyorum "Hey siz! Ulu orta icki icemezsiniz. Kalkin oradan". Heathrow'a inmeyi bekleyen Air Zimbabwe ucagi tepemizden gurultu ile geciyor. Kalkiyorum. Hellim, domates, kalamata, Mendoza... Kafam iyi.

Marble Arch'da bir Jamaikali bagira bagira sarki soyluyor " I'mmm aaa Jamaicaaan in London".
Posted by Picasa

Bilgi Çağında Bilgi Toplumu Ve Bilgi Ekonomisi












Bilgi Çağında
Bilgi Toplumu Ve Bilgi Ekonomisi

Prof.Dr. Mahmut Tekin  ve Arş.Gör.Ercan Çiçek


 

 

1.GİRİŞ

Yirmibirinci yüzyılda bilgi kavramı değişen anlam ve içeriği ile
karşımıza çıkmaktadır.Yeni gelişen teknolojiler değişen gereksinimler
artan nüfus bilgiye olan gereksinimi bilgi kullanımını ve bilgi
yönetimini ön plana çıkarmıştır.Bu eğilim  tüm dünyada bilgi toplumuna
geçiş olarak değerlendirilmektedir.


Küreselleşmenin hayatımızı derin ve sarsıcı bir şekilde etkilediği
günümüzde bilimsel araştırmalar sonucu elde edilen bilgiye bağlı olarak
büyük bir teknolojik gelişme ve rekabet  yaşanmaktadır.Bu
teknolojilerden gerektiği şekilde ve amaca uygun olarak yararlanabilmek
için bilgiye büyük bir gereksinim duyulmaktadır.İşletmelerde amaca
yönelik olarak kullanılabilecek bilgilerin toplanması depolanması ve
kullanıma sunulması ancak etkin ve verimli bir bilgi yönetimi ile
sağlanabilecektir.Günümüzde işletmelerde karşılaşılan değişik sorunları
çözmek amacıyla ve bilgileri etkin kullanmak için bilişim sistemleri
oluşturulmuştur.


Bu durum bilgi çağında bilginin etkin ve yaygın kullanımı sonucunu
doğurmakta ve bilgi toplumu ile tüketicileri yakından etkilemektedir.Bu
bağlamda bilgi çağında yeni ekonomi, e-ekonomi ya da bilgi ekonomisi de
denilen yeni kavramlarla karşılaşılmaktadır.Bu bildiride bilgi çağında
bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi çeşitli yönleri ile ele alınıp
değerlendirilmiştir.  


2. BİLGİ TOPLUMUNUN TANIMI VE ÖNEMİ


İnsanın bilgiye olan ihtiyacı insanlık tarihi kadar eski olup,
günümüz bilgi çağında, bilgiye verilen önem her geçen gün artmaktadır.
[1]
İnsan belli teknolojilerin kullanımıyla, ilkel toplumdan tarım
toplumuna geçmiştir. İlkel toplumda, doğanın verdiğiyle yetinen insan
tarım toplumunda ekip-biçerek daha çok üretmeyi başarmıştır.


Tarımsal üretimin ana girdisi toprak olmuştur. Sanayi toplumu
döneminde, toprağın yerini sermaye malları yani makinalar ikame
etmiştir. Mekanik düşünce ve bu teknolojinin ürünü olan makinalar sanayi
toplumunun temel belirleyici unsuru olmuştur. Sanayi toplumunda
zenginlik ve refah artışının kaynağı sermaye malları olmuştur.
[2]


Bilgi çağı, servet yaratmada bilginin öne geçtiği dönemi tanımlamak
için kullanılan bir kavramdır. Böylece maddi sermayenin yerini zihinsel
sermaye almıştır. Zihinsel sermayenin belli bir yere sınırlanmayan
yapısı, bütün yönetim ve toplum ilişkilerini değiştirmiştir.
[3]


Bilgi çağını önceki dönemlerden ayıran beş temel özellik
bulunmaktadır. Bunlar [4] :  


-Bilgi çağı bilgiye dayalı toplumun yükselişinden meydana
gelmektedir.


-Bilgi çağında işletmeler bilgi teknolojilerine dayalı olarak
faaliyet gösterirler.


-Bilgi çağında iş süreçleri verimlilik artışına dönüşmektedir.


-Bilgi çağının başarısı bilgi teknolojilerinin kullanımında etkinlik
ile ölçülmektedir.


-Bilgi çağında  pek çok ürün ve hizmet, bilgi teknolojileri ile iç
içe geçmiş durumdadır.


Bazı yazar ve düşünürler ile, gelecek bilimciler şu anda girmekte
olduğumuz dönemi farklı şekillerde tanımlamışlardır. Bu yeni toplumsal
yapıyı Daniel Bell ?Endüstri sonrası toplum? Peter F.Drucker ?bilgi
toplumu?, Zbigniev Brzezinski ?Teknokratik çağ?, John Naisbitt ve
Patrico Aburdane, ?büyük yönelimler çağı? ve Y.Masuda ise ?enformasyon
toplumu? olarak nitelendirmişlerdir.


Bilgi çağı ve bilgi toplumu ile ilgili değerlendirmelerde genellikle
tarihsel süreç içinde belli özellikler taşıyan dönemleri, dalgalar
itibarı ile nitelendirmelerden yararlanılmıştır. Bu anlamda,
Kontradievin uzun dalga kuramından söz edilebilir.
[5]


Teknolojik dönüşümlerin ekonomik büyüme ve toplumsal dönüşüme
etkileri konusuna ilk dikkati çeken Kontradiev?dir. Uzun dalga kuramına
göre, sanayi devriminden günümüze kadar yaklaşık 50 yıllık dönemler
itibariyle dört uzun dalga söz konusudur. Her bir dalganın kökenleri bir
önceki dalga içinde bulunmaktadır. Bunlar 1770-1830 arası ?Erken
Mekanizasyon?, 1830-1880 ?Buhargücü/Demiryolları?, 1880-1940 ?Elektrik
ve Ağır Sanayi? ve 1940-1980 ?Kitle üretimi? dönemleridir.
[6]
Yaşadığımız bu dönem ise ?Beşinci Dalga? olarak
adlandırılmaktadır. Sanayi toplumuna geçişin motoru olma işlevini
buharlı makineler üstlenmiş buna karşın beşinci dalgayı ifade eden bilgi
toplumuna geçişi de bilgi ve iletişim teknolojisi alanındaki gelişmeler
ortaya çıkarmıştır. [7]


Bu konuda diğer bir kuram ise Alvin Toffler tarafından yapılmıştır.
Toffler bilgi toplumu ile düşüncelerini belirtirken toplumsal gelişmenin
iki büyük değişim dalgası geçirdiğini ve bunlardan her birinin önceki
kültürleri ve uygarlıkları yok edip yerine, yeni yaşam ve ekonomi
modellerini getirdiğine dikkati çekmektedir. Birinci değişim dalgası
olan Tarım Devriminin bin yılda ortaya çıktığını, ikinci dalga olan
Sanayi Devriminin de üç yüzyılda ortaya çıktığını belirtmektedir.
Toffler?e göre bu süreç devam ederken bir başka ve çok daha önemli bir
süreç başlamıştır. 2. Dünya Savaşından sonraki on-onbeş yıl içinde
sanayi dalgasının en yüksek düzeye ulaştığı sırada, henüz tam olarak
anlaşılamamış olan üçüncü dalga başlamıştır.
[8]


Daniel Bell ve Alain Touraine, gelişmiş ülkelerin artık endüstri
toplumunun özelliklerini taşımadığını belirtmişlerdir. Bell, sanayi
ötesi toplumu profesyoneller mühendisler ve bilim adamlarından oluşan
bir sınıfın ve ekonomik hizmetlerin yaygınlaşması şeklinde
tanımlamaktadır [9] .


Her ne kadar bilgi toplumunun yapı ve kurumları henüz oluşum ve
şekillenme aşamasında ise de gelecekte alabileceği yapılaşma biçimleri
bugünden kısmi olarak belirginleşmiştir.
[10]


Sanayi toplumu, ekonomiyi kıt kaynakların kullanımı ve dağıtımı ile
ilgili bir bilim dalı olarak tanımlamaktadır. Şu an sürecini yaşamakta
olduğumuz bilgi toplumunda bu tanım geçerliliğini kaybetmiştir. Çünkü
temel stratejik kaynak haline gelen bilgi, kıt bir kaynak değildir. Bu
nedenle bilgi kavramı için azalan verimler yasası geçerli değildir.
Aksine artan bilgi birikimi ile artan verim yasası geçerli olmaktadır.
Bilgi diğer üretim faktörleri olan sermaye ve toprak gibi birbirini
tamamlayan bir üretim faktörü değil tersine onların yerine ikame
edilebilen bir üretim faktörüdür. Bilgi diğer üretim faktörlerine göre
çok daha akışkan bir özelliğe sahiptir. Günümüzde bilgi, fiber optik
kablolarla ışık hızıyla taşınabilmektedir. Bilgi aynı zamanda
paylaşılabilir ve bölünebilir özelliklere de sahiptir.
[11]


Sanayi toplumu ile bilgi toplumu çeşitli dinamikler göz önüne
alınarak aşağıdaki çizelgedeki gibi ifade edilebilir:
[12]


Çizelge 1. Sanayi ve Bilgi Toplumlarının Karşılaştırılması.










































































































  Sanayi Toplumu Bilgi Toplumu
Yenilikçi Teknoloji Öz Buhar Makinesi Bilgisayar
Temel Fonksiyon Fizik, emeğin ikamesi Zihni emeğin ikamesi
Üretim Gücü Maddi üretim gücü Enformasyon üretme gücü
Sosyoekonomik Yapı Ürünler Faydalı Mallar ve hizm. Enformasyon teknoloji bilgi
Üretim Merkezi Modern Fabrika                   
Enformasyon hizmetleri,
Piyasa Yeni dünya, sömürgeler, tüketici
satın alma gücü
Bilgi sınırlarında ve enformasyon
alanında artış
Lider Endüstriler Bilgi sınırlarında ve enformasyon
alanında artış
İmalat endüstrisi, mak. kim.end.
Endüstriyel Yapı Entelektüel endüstriler, Bilgi,
enformasyon end.
Matrix endüstriyel yapı ayrıca
dördüncü end.
Ekonomik Yapı Mal ekonomisi (İşbölü- mü,üretim ve
tük.ayrımı)
Sinerjik enerji (ortak üretim ve
aydalanma)
Sosyoekonomik Prensip Fiyat prensibi Amaç prensibi
Sosyoekonomik Özne Teşebbüs Gönüllü topluluklar
Toplum Şekli Sınıflı toplum Fonksiyonel toplum
Ulusal Hedef Kaba ulusal hedef Kaba ulusal tahmin
Hükümet Şekli Parlamenter demokrasi Katılımcı demokrasi
Sosyal Değişmede Güç Merkezleri İşçi hareketleri grevler       
Vatandaş hareketleri
Sosyal Problem İşsizlik, savaş, faşizm         
Terör,gelecek şoku,
En İleri Aşama Kitle tüketimi                     
Yüksek kitle bilgi üretimi
Değerler Etik değerler, Değer Ölçüleri Maddi değerler, temel insan
hakları, insancıllık     
Zaman değeri; Self disiplin, sosyal
katkı
Zamanın Ruhu Rönesans (Bireyin
özgürleşmesi)
Globalizm (insan ve doğa
ortak yaşamı)

  Kaynak: Veysel Bozkurt, Enformasyon Toplumu ve Türkiye, s.43


  Bilgi toplumunda, üretim sürecine katılan en temel kaynak insan
bilgisi, diğer bir ifade ile organize bilgi olmaktadır. Ortaya çıkan bu
değişimin doğal bir  sonucu olarak, üretim sürecinde, enerji ve girdi
değeri gibi etkenlerin öneminin giderek azalması söz konusu olmaktadır.
Tüm bu gelişmeler bilgi toplumunun ana uğraşı alanı olan hizmet ve bilgi
temelli sektörlere doğru daha fazla insan gücü katılmasına ve bu
alanlara daha çok yatırım yapılmasına yol açmaktadır.
[13]


Sanayi toplumundan, bilgi toplumuna dönüşümün çok daha hızlı
gerçekleşmesinin nedeni, yeni teknolojilerin gelişme hızı ile,
insanların bu teknolojiye uyum esnekliğinin yüksekliğinden
kaynaklanmaktadır. [14]


Bilgi toplumuna yöneltilen niteliklerden biri, fiziki ve kültürel
çevredeki değişim hızının, daha önceki dönemlere kıyasla görülmemiş
ölçüde artmış olmasıdır. Bilgi toplumunu daha önceki toplumsal
yapılardan ayıran bütün özellikleri, kısaca ve net olarak ifade etmek
gerekirse, bu her alanda değişim hızının katlanarak artması şeklinde
ifade edilebilir. [15]


Yirminci yüzyılın son çeyrek dönemi, bilgi toplumunun başlangıç
yıllarını oluşturmaktadır. Bu konuda kesin bir tarih vermek mümkün
olmamakla birlikte, 1957 yılında ABD?de ilk defa olarak beyaz yakalı
çalışanların sayısının mavi yakalıları geçmiş olması, kimi yazarlar
tarafından bu tarihin bilgi toplumunun başlangıcı olarak kabulüne neden
olmuştur. [16]


2.1. BİLGİ TOPLUMUNUN ÖZELLİKLERİ


Kurumları, işleyiş biçimleri ve normları ile ikinci dalga olarak
adlandırılan sanayi toplumundan oldukça farklı niteliğe sahip olan bilgi
toplumu yapısını belirleyen bir dizi özellikleri bünyesinde
taşımaktadır. Bilgi sistemleri ve teknolojilerine dayalı olarak
biçimlenmekte olan bilgi toplumu, sanayi toplumundan ciddi biçimde
ayrışmakta, dönüşmekte ve yeni toplum biçimi olarak karşımıza
çıkmaktadır. [17]
                             


Bilgi toplumunda, bilgi ve iletişim teknolojisinin yarattığı ortam
içinde ekonomik faaliyet küreselleşme eğilimine girmiştir. İletişim
sistemlerinin ülke sınırlarını küçültmesi, bölgesel gruplaşmalara dayalı
bütünleşme eğilimlerini beraberinde getirmiştir. Küreselleşme sürecinde,
girdilerin temini ve çıktıların pazarlanması için gündeme gelen
piyasalar artık dünya çapında düşünülmektedir. Sanayi toplumunda fabrika
üretimi, öncelikle ulusal sınırlar içindeki pazarlara yönelik ve onlara
hitap ederken; bilgi toplumunda dünya standartları belirleyici konuma
yükselmiştir. Sanayi toplumunda; tarım, sanayi ve hizmetler; birincil,
ikincil ve üçüncül sektörler olarak gündeme gelirken; Masuda?ya göre
?bilgi-bağlantılı sanayiler?; sanayinin dikey yapılaşmasında dördüncü
sektör olarak; yatay boyutta ise, eğitim, sağlık, konut ve benzer
sanayilerde yerini almaktadır.
[18]


Sanayi toplumunda ?ekonomik yapı?;


·  Pazara yönelik mal üretimi için sermaye birikimi,


·  İşbölümüne dayalı üretimde uzmanlaşma,


·  Üretim ve tüketimin; ?fabrika? ve ?konut? olarak ayrılmış
birimlerde gerçekleştirilmesi ve bu yüzden ?kuruluş? ve ?yerleşim
yerlerinin? birbirinden ayrılması gibi unsurlarca belirlenmekteydi. Oysa
ki, bilgi toplumunda bu yapı değişmektedir;


·  Maddi mallar yerine; bilgi kullanılarak ?bilginin üretimi? ön
plana çıkmaktadır.


·  Bilişim teknolojisine dayalı olarak kullanıcının üretebildiği
bilgi artmakta ve ?bilginin birikimi? sağlanmaktadır.


·  Birikmiş bilginin ?sinerjik etkisi?, bilgi üretimi ve bilgiden
yararlanmayı daha da hızlandırmaktadır.


·  Sonuçta ekonomik yapı, sanayi toplumunun ?mübadele ekonomisinden?;
bilgi toplumunun ?sinerjik ekonomisine? dönüşmektedir.


Bilgi toplumunu belirleyen temel karakteristikleri şu şekilde
özetlemek mümkündür: [19]


1.Ekonomik Yapıdaki Dönüşüm: Bilgi toplumundaki en büyük
özellik mal üretiminden hizmet üretimine doğru bir yönelişin
görülmesidir. Aslında hizmet sektörü zaten tüm ekonomilerde her zaman
mevcuttur, ancak sanayi toplumunda hizmetlerin niteliği daha yerel ve
mal üretimine yardımcı konumdadır. Sanayi sonrası toplumda ise eğitim,
sağlık, sosyal hizmetler gibi insani hizmetler ve bilgisayar, sistem
analizi, bilimsel ar-ge, gibi mesleki hizmetler yoğunluk kazanmaktadır.


2.Yükselen Yeni Sınıflar: Yeni toplumda insanların
çalıştıkları yer değil aynı zamanda yaptıkları işlerin türü de
değişmektedir. Sanayi toplumunda vasıflı işçiler çalışan sınıf içinde en
kalabalık grubu oluşturmaktaydılar. Bilgi toplumunda ise, teknik ve
profesyonel sınıf, yani P.Drucker tarafından ?bilgi işçisi? olarak
nitelenen bilim adamları, teknisyenler, mühendisler, öğretmenler sayıca
artmış ve toplumun kalbi konumuna yerleşmişlerdir. Buna bağlı olarak
toplumda gücün yapısı da değişmiştir. Tarım toplumunda toprak sahipleri,
sanayi toplumunda ise sermaye sahibi işverenler gücü ellerinde
bulundurmaktaydılar. Oluşan yeni toplumda ise güç bilgi sınıfına ait
olacaktır.


3.Bilginin Artan Rolü: Sanayi toplumu, malların üretimi için
makine ve insanların koordinasyonuna dayanmaktaydı. Yeni toplum ise
bilgi etrafında örgütlenmektedir. Sanayi uygarlığının öncü isimlerinden
Bacon?ın yüzyıllar önce söylediği gibi ?bilgi güçtür?, ancak, bilgi
toplumunda bilgi aynı zamanda toplumun temel eksenini de
oluşturmaktadır. Buna göre, tarım toplumunda toprak ve işgücü, sanayi
toplumunda sermaye merkezi bir öneme sahip iken,bilgi toplumunda bilgi
stratejik bir kaynak haline gelmiştir. Çünkü, yeni toplumda teorik
bilgiyi piyasada yeni ürün ve hizmetlere başarılı şekilde dönüştürenler
ile eğitim ve ar-ge harcamalarına en çok yatırım yapan işletmeler ve
toplumlar başarılı olacaktır. Eğer bir toplum bilgiyi üretir hale
gelemezse, büyük harcamalarla ürettiği mal ve hizmetler kısa sürede
demode olma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.


4.Bilişim Teknolojisi: Sanayi toplumunun ortaya çıkmasında en
önemli etken; buhar makinesi, elektrik, içten yanmalı motor gibi enerji
teknolojilerinin bulunmasıdır. Bilişim teknolojilerinin ortaya çıkıp
hızla gelişmesi de benzer bir etkiyi yeni oluşan toplumda oluşturmuştur.
İletişim ve bilgisayar teknolojileri daha yetenekli işgücüne gereksinim
doğurduğundan ve ulusal verimliliği artırma ve rekabetçi üstünlük elde
etme yolunda daha yüksek değerlere sahip ürünler ortaya koyma yeteneğine
sahip olduklarından iktisadi gelişme açısından en fazla önem verilmesi
gereken alan bilişim teknolojileri olarak görülmektedir. Nitekim, ünlü
strateji uzmanı M.Porter günümüzde bir işletmenin yönetilmesinde en
temel faktör olarak bilişim teknolojisine işaret etmektedir. Zaten,
bilgi toplumu kavramı da yeni teknolojilerin neden olduğu iktisadi ve
sosyal değişimler anlamına gelmektedir.


3.BİLGİ EKONOMİSİNİN TANIMI VE ÖNEMİ


Bilişim teknolojisindeki gelişmelerle birlikte, sanayi ekonomisi
yerini bilgi ekonomisine bırakırken,ekonominin üçlü saç ayağı olarak
nitelendirdiğimiz üretim, tüketim, dağıtım ilişkileri ve ekonomik
yapının tümü, bilgi temeli üzerine yeniden yapılanmış ve bilgi rekabetin
temel faktörü durumuna gelmiştir.
[20]


Yeni ekonominin dört temel özelliğinden söz etmek mümkündür;
dijitalleşme (internet ekonomisini, yoğun olarak da elektronik ticareti
bu kapsamda değerlendirmek mümkündür), araştırma geliştirme
faaliyetlerinin artması, küreselleşme ve insan kaynakları profilinde
yaşanan radikal değişim (kurumların insan kaynaklarına dayalı yeniden
yapılanması). 1980?lerin ortasından itibaren uluslararası alanda yaşanan
gelişmelerin günümüzde yorumlanması ?Yeni ekonomi? (new economy) denilen
kavramın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu kavram kimilerinin
savunduğu gibi sanal bir olgu olmaktan çok uzaktır. Son on yılda dünya
ekonomisi ve ABD ekonomisindeki gelişmelere bakıldığında, yeni
ekonominin verimliliği, yeniden yapılanmaya yönelik baskıları, küresel
niteliği, yol açtığı krizleri ile birlikte yeni ekonominin sistemi nasıl
kökünden değiştirip sarstığı ortaya çıkmaktadır. Eski sektörler önemini,
karlılığını, istihdam gücünü, üretim kapasitesini yavaş yavaş
yitirirken, yeni sektörler çığ misali büyüyerek ekonomik büyümenin
lokomotifi konumuna gelmektedir. Teknolojik gelişmeyle vücut bulan,
büyük ölçüde dijitalleşmeye ve internete bağlı olan yeni ekonomi tıpkı
dominant bir gen misali eski ekonomiyi, yani eski organizmayı kuşatıp
yavaş yavaş yok etmektedir [21]
.


Bu anlamda hızlı bir değişim kavramı ile kuşatılan yeni iş dünyası
sistemi ile karşılaşmaktayız.Bazen değişimin ve yeni fırsatların farkına
varmamız çok uzun sürer. Ancak bilgiye sahipsek ve sahip olduğumuz
bilgiden yeterince yararlanabiliyorsak, değişime hazır olabiliriz ve
hatta onu kendimiz için bir fırsata çevirebiliriz. Organizasyonların
bilgi sermayesi, yüksek değerli ürünlerin meydana getirilebilmesi için
elde edilmiş bir stoktur. Bu stok ancak organizasyonel öğrenme ile
akışkan hale gelebilir; çünkü akış, stoklanan bilginin organizasyon
tarafından özümsenmesi ve benimsenmesini sağlar. Bunu sağlayacak kurum
kültürü, yapısal yeterlilik ve güven ortamına sahip olmayan
organizasyonlarda, bilgi stoğundan yeterince yararlanmak mümkün olmaz.
[22]


Günümüzde bilgi, ürettiğimiz, yaptığımız, sattığımız ve satın
aldığımız şeylerin asıl bileşeni durumuna gelmiştir. Bu durumun doğal
bir sonucu olarak, bilgi ekonomisinde, bilgiyi yönetmek ve entellektüel
sermayeyi bulup geliştirmek, saklamak ve paylaşmak, bireylerin,
işletmelerin ve ülkelerin en önemli ekonomik işlevi haline gelmiştir.
[23]


Yeni ekonomi, insana yapılan yatırımın getirisinin fiziki sermaye
yatırımlarından daha yüksek olduğu bir döneme girdiğimizi de
göstermektedir. Bireylerin, piyasada sahip oldukları bilginin değeri,
giderek daha da önemli hale gelmektedir. Yeni ekonomi kavramının,
özellikle son zamanlarda, ilgi odağı haline gelmesinin nedeni,bilgi
teknolojilerindeki değişiklikler sonucu öğrenme süreçlerinin daha farklı
alanlara ve boyutlara taşınmasıdır. Yeni ekonomi hakkında hemen hemen
herkesin üzerinde anlaştığı gerçek ekonominin altyapısının elle
tutulabilir mallardan çok, bilgi temelli ve daha çok  hizmete benzeyen
mallar üzerinde oturuyor olmasıdır.
[24]


4.BİLGİ EKONOMİSİNİN ÖZELLİKLERİ


Bilgi ekonomisinde işletmeler, sürekli devam eden bir verimlilik
artırma, çevresel talebe tepki verebilme ile örgütsel değişimi
gerçekleştirme uğraşısı içinde olacaklardır
[25]
. Bilgi ekonomisini diğer ekonomik sistemlerden ve sanayi
ekonomisinden ayıran temel fark, bilginin ekonomik üretim faktörleri
içinde, birincil önceliğe sahip olması ile bilgi teknolojileri
yardımıyla, bilginin üretimindeki ve kullanımındaki artıştır.
[26]


Bilgi teknolojilerinin 1990?lı yılların ortalarında internet ve web
temelli uygulamaların da yardımıyla, günümüz işletmelerinde yaygın
kullanılmaya başlanması, örgütlerarası ve örgüt içi ilişki ve süreçler
üzerinde köklü etkiler meydana getirmiş, bu durum işletmeleri değişen
şartlara uyum sağlamaya zorlamıştır.
[27]


Bu değişim süreci, aynı zamanda dijitalleşme süreci olarak da
değerlendirilmektedir. Çünkü bu dönem, bilginin aktarılmasında ve
üretilmesinde, dijital teknolojilerin etkinlik kazandığı bir dönemi
ifade etmektedir. Aslında dijitalleşme, verilerin sanal bir ortamda
saklanmasını, aktarılmasını ve alınabilmesini ifade eden bir süreçtir.
Böylece bilgisayarların arasında kurulan ağlar yolu ile dünyanın bir
ucundan diğerine her türlü bilgi aktarılabilmektedir.
[28]


Dijital ekonomi  ya da Tekonomi olarak da değerlendirilen bilgi
ekonomisinin özellikleri  Tapscott tarafından 12 madde olarak ifade
edilmiştir [29] :


1.Yeni Ekonomi Bilgi Ekonomisidir : Bilişim teknolojileri bir
ekonominin bilgi temelli olmasına imkan sağlamaktadır. Bilgi
ekonomisinde bilginin yaratılması hem bilgi işçilerine hem de bilgi
tüketicilerine yani insanlara aittir. Mal ve hizmetlerin içeriği müşteri
fikirleri tarafından belirlenirken, bilişim teknolojisi mal ve
hizmetlerin bir parçası haline gelecektir.


2.Yeni Ekonomi Dijital Bir Ekonomidir : Yeni ekonomide bilgiler
tamamen 1 ve 0?dan oluşan veri formlarında iletilmektedir. Günümüzde her
türlü bilgi, ses, yazı, görüntü, hareketli obje v.s bilgisayar ağları
tarafından iletilmektedir.


3.Yeni Ekonomide Sanallaşma Önemli Rol Oynamaktadır : Bilginin
analogdan dijitale dönüşmesi, fiziki varlıkların sanal hale gelmesine
imkan vermektedir. Söz konusu sanallaşma ekonominin yapısını, kurumların
türlerini ve aralarındaki ilişkileri, dolayısıyla ekonomik faaliyetin
bizzat kendisini değiştirmektedir.


4.Yeni Ekonomi Moleküler Bir Ekonomidir:  Eski büyük işletme yapıları
ayrışmakta ve dinamik birey ve kurumların oluşturduğu ekonomik faaliyet
temelli gruplar halinde yeniden ortaya çıkmaktadır. İşletmenin ortadan
kalkması, yani kaybolması değil dönüşmesi söz konusudur.


5.Yeni Ekonomi Bir Ağ Ekonomisidir:  Yeni ekonomi iletişim ağlarıyla
bütünleşen bir ekonomidir. Analog hatlar yerine dijital iletişim
ağlarının oluşması ve klasik ana bilgisayar sisteminden web tabanlı
sisteme doğru gerçekleşen kayma iş dünyasında önemli dönüşümlere neden
olmaktadır. Yeni teknoloji ve iletişim ağları küçük ölçekli işletmelere
büyük ölçekli işletmelerin sahip olduğu ölçek ekonomileri ve kaynağa
ulaşma gibi ana avantajlara sahip olma imkanı sunmaktadır.


6.Yeni Ekonomide Aracılar Büyük Ölçüde Ortadan Kalkacaktır: Özel ve
kamu sektöründe bir çok kurum tüketicileriyle ağlar aracılığıyla
doğrudan temas kuracaklar ve aracılarını büyük ölçüde elimine
edeceklerdir.


7.Yeni Ekonominin Hakim Sektörü Üçlü Bir Oluşumdur:
Sanayi ekonomisinde otomotiv anahtar sektör konumundayken, yeni
ekonomide hakim ekonomik sektör diğer tüm sektörlerin refah yaratmasına
giden yolu teşkil eden bilgisayar, iletişim ve eğlence sanayilerinin
bütünleşmesiyle oluşan yeni medya sektörüdür


8.Yeni Ekonomi Yenilik Temelli Bir Ekonomidir:  Yeni ekonominin
ilkesi ?kendi ürününün modasını kendin geçir? olacaktır. Eğer yeni ve
başarılı bir ürün geliştirilmiş ve piyasaya sürülmüşse, hedefin bu
ürünün daha gelişmişinin ortaya çıkarılması ve ilk ürünün modasının
geçirilmesi olması gerekir.


9.Yeni Ekonomide Üretici ve Tüketici Farkı Belirsizleşmektedir: 
Kitle üretiminin yerini büyük miktarlarda müşteri isteklerine göre
üretimin almasıyla birlikte, üreticiler bireysel tüketicilerin zevk ve
ihtiyaçlarına uygun özel mal ve hizmetler oluşturmak zorunda
kalmışlardır. Yeni ekonomide tüketiciler fiilen üretim sürecine katkıda
bulunabilmektedirler.


10.Yeni Ekonomi Bir Hız Ekonomisidir:  Dijital veriler üzerine
kurulmuş bir ekonomide, işletme başarısı ve iktisadi faaliyetler
açısından hız anahtar bir değişkendir.


11.Yeni Ekonomi Küresel Bir Ekonomidir: İki kutuplu dünyanın
ayrışmasından sonra, iktisadi duvarların önemli ölçüde ortadan kalktığı,
dinamik, yeni ve değişken küresel bir çevre ortaya çıkmıştır.


12.Yeni Ekonomi Bazı Sosyal Problemleri Beraberinde Getirmiştir: Yeni
bir ekonominin eşiğinde, güç, güvenlik, eşitlik, kalite, iş hayatı
kalitesi ve demokratik sürecin geleceği gibi bir takım sorunları
beraberinde getiren yeni bir politik ekonominin başladığı da
görülmektedir.


5.TÜRKİYE?NİN BİLGİ TOPLUMUNA GEÇİŞ SÜRECİ


Yakın geçmişinde hedefinin sanayi uygarlığından geçtiğine inanılan
?muasır medeniyetler? düzeyine çıkmayı, kendisinin başlıca amacı haline
getirmiş bir ülke olarak Türkiye, son yıllarda temel hedeflerini yeniden
gözden geçirmek durumuyla karşı karşıya bulunmaktadır.
[30]


Bilgi toplumuna geçiş sürecinde ,bilim ve teknoloji politikaları
büyük önem taşımaktadır.Bu bağlamda Türk toplumunun sanayileşmeyi, ithal
teknoloji ile ve bilişim teknolojilerini de ithal teknoloji ile
kullandığı görülmektedir.Bu bağlamda Türk toplumunun teknoloji
üretemeyişinin, yani teknolojik gecikmenin temelinde kültürel gecikme
yatmaktadır. [31]


Günümüzde, küresel rekabette, nasıl daha üstün olunabileceğine dair
çok sayıda teori mevcuttur.Sözgelimi rekabette üstünlüğü bazıları, makro
ekonomik fenomenlerle ,bazıları ucuz emekle,bazıları hükümet
politikaları ile,bazıları da farklı yönetim uygulamaları ile
açıklamaktadır.Bu yaklaşımlardan her biri Porter?in de vurguladığı
şekilde birtakım ciddi eleştiriler almıştır. Ancak bilgi çağında
rekabetçi bir sistem için önemi tartışmasız kabul edilen hususların
başında insan kaynakları ve onun eğitimi gelmektedir.Bu nedenle
eğitim,bilgi çağına geçiş sürecinde ülkemiz açısından da hayati bir önem
taşımaktadır.OECD verilerine göre Türkiye?nin GSMH?nin oranı olarak
eğitime ayırdığı pay yüzde 1.9  ile çok gerilerde yer
almaktadır.GSMH?nin oranı olarak Japonya?da yüzde 3.8, ABD?de yüzde 5,
Almanya?da yüzde 4.3, Yunanistan?da ise yüzde 2.6?dır.
[32]


Bilgi toplumunda insanların yaratıcılığı ve yenilikçiliği ön planda
olacaktır.Günümüzde Türk toplum yapısı,bilgi toplumuna uyum sürecini
yaşamaktadır.Bu anlamda ülkemize bilimsel düşünce,
üretim,çalışma,rekabet ve başarı motivasyonlarının kazandırılmasıyla
teknoloji üretmenin yolları açılabilecektir
[33]
.


Türkiye mevcut sanayi yapısıyla bu sürecin oldukça gerilerinde
kalmıştır.Mevcut sektörel yapısının da etkisiyle bilgi toplumuna geçiş
sürecinde son derece önemli olan araştırma-geliştirmeye gereken önem
verilmemektedir.Önümüzdeki dönemde sermaye gibi işgücü de giderek daha
çok küreselleşme sürecine girecektir.Firmalar günümüzde nitelikli
işgücünü gelişen bilgi ağlarının yardımıyla dünyanın bir başka
noktasından kolayca elde edebilmektedirler.Bu durum ülkemiz açısından
son derece önemli olmaktadır .Çünkü bilgi çağında en stratejik kaynak
bilgi ve o bilgiyi üreten yüksek nitelikli işgücü olmaktadır.Ayrıca
küreselleşen dünyada daha az merkeziyetçi ve esnek yapılı bir devlet
sistemi uluslararası rekabette büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda
e-devlet çalışmaları ülkemiz açısından hızlandırılmalıdır
[34]


Türkiye?de yenilikçi içeriğe sahip bilinçli bir strateji henüz
geliştirilememiştir .Eğer ülkemiz bilgi toplumu olmayı istiyorsa bilişim
devriminin gerçekleşmesini sağlayıcı yeni bir strateji oluşturup bu
stratejinin uygulanması için yeni programları öncelikle uygulamaya
koymalıdır.Gelişmiş ülkeler milli gelirlerinin yüzde 5-6 dolayında bir
oranını bilişim harcamalarına ayırırken Türkiye?de binde 5-6 olan bu
oran arttırılmalıdır.Ülkemizde bilim ve teknoloji politikasının
yenilenmesine yepyeni bir anlayış, yeni bir dünya görüşü , yenilikçi
kültür politikaları oluşturarak daha kapsamlı politikalar içinde konuya
yaklaşılmalıdır.Mevcut araştırma kurumları ile üniversiteler yeni bir
anlayış ve yaklaşımla çalışma ve başarıyı ödüllendiren rekabetçi ve
yenilikçi eğitim,bilim ve kültür politikaları oluşturmalıdır.Ayrıca bu
politikaları ekonomi politikaları ile bağdaştıran uyumlu stratejilerin
geliştirilmesi gerekmektedir
[35]
 


6. SONUÇ


  Sanayi toplumundan bilgi toplumuna dönüşümü yaşadığımız bu
çağda bilişim teknolojilerinin giderek yaygınlaşmaları ve bilginin temel
ve stratejik bir üretim faktörü olarak ekonomik sisteme dahil edilmesi,
bilgiye verilen önemin artmasından kaynaklanmaktadır. 21.yüzyıla
girdiğimiz bu dönemde bilgi teknolojisi alanındaki hızlı değişim
bilginin önemini artırmıştır. Bilgi temelli dünya ekonomisini artık
networkler (ağlar) yönlendirmektedir Yeni bilgilere hızla ulaşmak,
onları depolamak ve en kısa zamanda uygulama alanına aktarabilmek
günümüzde insan yaşamını çok çeşitli yönlerden etkilemeye başlamıştır.
 


Görüldüğü gibi bilgi toplumu, hızlı bilgi artışına dayanan ve hayatın
tüm alanlarını kapsayan değişmeleri ve gelişmeleri içermektedir.
Bilgisayar teknolojisinin insan yaşamının her kademesine girmesiyle
kullanım yönünden oldukça farklı alanlar ortaya çıkmıştır. Özellikle
büyük işletmelerin elde ettikleri bilgileri daha iyi analiz ve kontrol
etmek amacıyla, bilgisayar teknolojisine büyük miktarlarda yatırım
yapmak istemeleri, bu yeni teknolojilerinin fayda-maliyet analizini
zorunlu kılmaktadır. Günümüzde, işletmelerin daha etkili ve verimli
çalışabilmesi için bilgisayarlardan yararlanmanın artık bir zorunluluk
olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir.  


Sonuç olarak Türkiye?nin 21. yüzyılda değişimi çok iyi bir şekilde
kavrayıp, bu değişim olgusunun beraberinde getireceği fırsat ve
tehditleri analiz ederek yeni yüzyılda dünyanın saygın bir üyesi olması
için gerekli atılımları acilen yerine getirmesi gerekmektedir.Başta
ekonomik yapılanma olmak üzere diğer kurumsal yapılanmalar da gelişen
yeni ekonomi kapsamında ele alınıp buna göre gerekli düzenlemeler
yapılmalıdır.    


KAYNAKÇA:  


Akın Bahadır, ?2000 Yılına Doğru Bilgi Toplumu Üzerine Genel Bir
Değerlendirme ve        Bilgi Ekonomisinin Özellikleri?, Verimlilik
Dergisi,
1999/1 Ankara


Akın Bahadır, ?Dijital Ekonomide Bilişim Teknolojisi Kullanımının İş
Ekosistemleri ve Örgüt Yapıları Üzerindeki Etkisi?, Bilişim 2000
Etkinlikleri,
İnterpro Yay., İstanbul       6-9 Eylül 2000


Altıntaş Levent, ?Bilgi Yönetimi ve Değişim?,
www.baltas-baltas.com/kaynakdergiyazi


Belek İlker, Post-kapitalist Paradigmalar, Sorun Yayınları,
İstanbul 1999  


Bozkurt Veysel, Enformasyon Toplumu ve Türkiye, Sistem
Yayıncılık, 1996  


Çoban Hasan, Bilgi Toplumuna Planlı Geçiş, İnkilap Kitabevi,
İstanbul, 1997  


Ekin Nusret, Bilgi Ekonomisinde Elektronik Ticaret, İTO
yayını, 1998  


Erkan Hüsnü, Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş
Bankası Yayınları, İstanbul 1997  


Erkan Hüsnü, Bilgi Toplumu ve Bilgi Toplumuna Geçiş, http/
www.bilgi ve toplum com/erkan1.htm  


Fathy Tarik A., Telecity: Information Tecnology and Its Impact on
City Form
, Praeger Publishers, New York, 1991  


Öğüt Adem, Bilgi Çağında Yönetim, Nobel Yayın, Ankara, 2001  


Özçağlayan Mehmet, Yeni İletişim Teknolojileri ve Değişim,
Alfa Basım Dağıtım, İstanbul, 1998  


Sarıhan H.İnceler, Teknoloji Yönetimi, Desnet Yayınları,
İstanbul, 1998  


Senn James A., Information Tecnology in Business, Prentice
Hall Int New Jersey, 1995  


Stewart Thomas A., Entellektüel Sermaye, Mess Yayıncılık,
İstanbul, 1997  


Tekin Mahmut, Güleş Hasan K., Burgess Tom, Değişen Dünyada
Teknoloji Yönetimi,
Damla Ofset, Konya 2000  


Toffler Alvin, Üçünü Dalga, Çev. Ali Seden, Altın Kitaplar,
İstanbul 1998  


Yeni Ekonomi, http://foreigntrade.gov.tr/ead/ekonomi/yeni ekonomi.htm
 


Yeni Ekonomi ve İnternet, ASOMEDYA, Eylül 2000

 





[1] Mahmut Tekin, Hasan
K. Güleş, Tom Burgess, Değişen Dünyada Teknoloji Yönetimi
Damla Ofset,   Konya, 2000 s.65


[2] Hüsnü Erkan, Bilgi
Toplumu ve Bilgi Toplumuna Geçiş
,
www.bilgi
ve toplum.com/erkan1.htm/


[3] İlker Belek,
Post-kapilatist Paradigmalar
, Sorun Yayınları, İstanbul 1999,
s.162


[4] James A. Senn,
Information Tecnology in Business
, Prentice Hall Int New
Jersey,  1995 s.9


[5] Bahadır Akın, ?2000
Yılına Doğru Bilgi Toplumu Üzerine Genel Bir Değerlendirme ve Bilgi


   Ekonomisinin Özellikleri? Verimlilik Dergisi  MPM
Yayınları 1999/1 Ankara, s.56



[6] Tekin, Güleş,
Burgess, a.g.e., s.72


[7] Hüsnü Erkan, Bilgi
Toplumu ve Ekonomik Gelişme,
Türkiye İş Bankası Yay. İstanbul
1997 s.73


[8] Alvin Toffler,
Üçünü Dalga
, (Çev. Ali Seden), Altın Kitaplar, İstanbul 1998
s.32


[9]   Tarik A. Fathy,
Telecity: Information Technology and Its Impact on CityForm
,
Praeger  Publishers, 

    New  York 1991, s.25-26



[10] Erkan, a.g.e.,
s.11


[11] Hüsnü Erkan ?Bilgi
Toplumu ve Bilgi Toplumuna Geçiş?, Bilgi ve Toplum Dergisi,
http:?bilgi ve

   toplum.com/erkan1.htm



[12] Veysel Bozkurt,
Enformasyon Toplumu ve Türkiye
, Sistem Yayıncılık 1996, s.43


[13] Mehmet Özçağlayan,
Yeni İletişim Teknolojileri ve Değişim, Alfa Basım Dağıtım,
İstanbul, 1998, s.76


[14] Hüsnü Erkan,
Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme
, a.g.e., s.11


[15] Hasan Çoban,
Bilgi Toplumuna Planlı Geçiş
, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1997,
s.12


[16] Bahadır Akın,
a.g.e
., s.61


[17] Adem Öğüt,
Bilgi Çağında Yönetim
, Nobel Yayın, Ankara, 2001, s.29


[18] Hüsnü Erkan,
Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme
, a.g.e., ss. 98-99


[19] Bahadır Akın,
a.g.e.
, s.60


[20] H.İnceler Sarıhan,
Teknoloji Yönetimi, Desnet Yayınları, İstanbul, 1998, s.164


[21] Yeni Ekonomi,
http://foreigntrade.gov.tr/ead/ekonomi/yeni ekonomi.htm


[22] Levent Altıntaş,
Bilgi Yönetimi ve Değişim
www.baltas-baltas.com/kaynakdergiyazi.asp


[23] Thomas A.Stewart,
Entellektüel Sermaye, Mess Yayıncılık, İstanbul, 1997, s.13


[24] ?Yeni Ekonomi ve
İnternet?, ASOMEDYA, Eylül 2000, ss. 38-39


[25] Bahadır Akın,
a.g.e.
, s.67


[26] Adem Ögüt,
a.g.e.
, s.48


[27] Bahadır Akın,
?Dijital Ekonomide Bilişim Teknolojisi Kullanımının İş Ekosistemleri
ve Örgüt Yapıları

    Üzerindeki Etkisi,? Bilişim 2000
Etkinlikleri
,İnterpro Yayıncılık  İstanbul 6-9 Eylül 2000



[28] Nusret Ekin,
Bilgi Ekonomisinde Elektronik Ticaret
, İTO yayını, 1998, s.67


[29] Bahadır Akın,
?2000 yılına Doğru Bilgi Toplumu Üzerine Genel Bir Değerlendirme ve
Bilgi Ekonomisinin

    Özellikleri,? Verimlilik Dergisi,  MPM Yayınları,
Ankara, 1999/1 ss.67-75



[30] Veysel Bozkurt ,
a.g.e ,s. 147


[31] Hüsnü Erkan ,Bilgi
Toplumu ve Ekonomik Gelişme,
s.216


[32] Veysel Bozkurt,
a.g.e.,
s.149-150


[33]   Hasan Çoban,
a.g.e
., s.19


[34]   Veysel Bozkurt,
a.g.e., s.154-166


[35]   Hüsnü Erkan ,
Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme
, s.231-238